Yürürken sanki dünden sıkı bir dayak yemiş gibi bir yerleri
acıya acıya giderdi. İçin için kızardım birlikte yürüyorsak, bu kadın niye
böyle yürüyor diye? Hatta arızalı bir belim ve hafif bir aksamam olmasına
rağmen ben hep ondan daha hızlıydım. Canım yansa da önce işimi bitirmem
gerekliydi sonra gelirdi diğer şeyler.
İnsanları tanıdıkça bedensel oluşumları ve hareketlerinin,
yaşamın onlara sundukları ve yaşamdan beklentileriyle ne kadar ilintili
olduğunu anlıyorsun. Annesiyle babası küçücük yaşta ayrılınca ordan oraya
sürüklendi Kezban. Hiçbir insan ona güven vermedi. Hep ama hep gidiciydi
kaldığı yerlerden diğer kardeşleriyle birlikte. Oturduğu sofralarda hep
doyurulması gereken fazladan boğazdı. Üç kardeşten biriydi hani tek de değildi.
Üç taneden fazla köfte yiyemezmiş. Anlamamış, afallamıştım duyanda. Et
sevmediğinden mi? Hayır, üvey annesi hiçbir zaman fazlasını tabağına
koymadığından. Şartlanmıştı.
Kezban’ın annesi babasından boşandıktan sonra çocuklarıyla
görüştürülmemiş, hatta ikinci eşi tarafından çocuksuz olarak tanıtılmıştı yeni
aileye. Yıllar sonra bir bir varlıkları ortaya çıkmıştı. Yok sayılmak ne kadar
katılaştırırdı bir evladın/annenin yüreğini? Bir anne çocuklarıyla nispet yapar
mı? Maddi sıkıntılarla yoğrulmuş, sonradan durumları iyiye gidince de eskisinden
daha cimri olmuştu. Çocukları bir şeyler istediğinde “Çalışsın alsın.” diyordu.
Para biriktirmek temel amaçtı artık. Tek dost para olmuştu yıllarla. Çocuklar
kendilerini düşünüyorlardı, onu düşünen yoktu. Hep istiyorlardı, vermekten
haberleri yoktu. Ben kızıverince “Onlara bakmakla yükümlüyüz, onların tercihi
değildi dünyaya gelmek. İhtiyaçlarını karşılamak zorundayız olanaklarımız
ölçüsünde. Üvey annene kızıyordun, nasıl böyle düşünürsün?” yelkenleri suya
indiriveriyordu. Karşısında parlayan biri olunca da süt dökmüş kedi gibi
olması, ayrıca üzücüydü.
Ben pilavın birine koktuğunu onda gördüm. Şaşırdım hani,
pilav en fakir sofrasında bile pişirilen bir yiyecekti. Hani öyle kebap,
pirzola gibi gündelik olmayan şeyler için bu durumu normal sayardık ama pilav, alelade pirinç pilavı! Akıl edip bir tabak ikram edememiştim de sonra hem ona
hem kendime kızmıştım. Eh, çok canı çektiyse bir ölçü pişirsin diye
düşünmüştüm. Evinde pirinç mi yoktu?! Sonradan kendime kızdım, kim bilir
pilavla ilgili bilmediğim ne anısı vardı da illaki başkasının ki kokuveriyordu
işte.
Eş seçimleri korkunun etkisiyle midir Kezban gibilerin?
Maçonun önde gidenini bulurlar ne hikmetse, güçlü görünümleriyle sığınacakları
dulda gibi olduklarından herhalde. Şikayet edip dururdu bana eşini, zaman zaman
haksız olduğunu düşünsem de, kadınların tarafında yer almak gelenektir bizde.
Bence bu tür kadınlar önceleri gösterdikleri özverilerle sonradan eşlerini
ezecek kozlar biriktirirler. Yokluğa, ilgisizliğe hatta belki aldatılmaya boyun
eğerler ve yaş kemale erince adamları ezim ezim ezerler. Bu durum Kezban’da da
hortlamaya başladı. Kronik, sinirsel bir hastalığa yakalanınca etrafındaki
herkese çatmaya ve intikam almaya başladı sanki. Yıllarca boşuna annelik
yapmaya çalışmış kayınvalide bile istenmiyordu artık. Maço oğlunun
duyarsızlıklarını kayınvalide allem edip kalem edip hep affettirirdi gelinine.
Şimdi duyarlı oluvermişti adam, kim bilir kaç vakte kadar kayınvalideye ihtiyaç
yoktu?
Pazardan dönerken gözlemliyorum onu. O önden ben arkadan
gidiyoruz bu sefer. Eskisinden de ağır gidiyor. Yetişince selam veriyorum. Yüz
ifadesi gergin, mutsuz, yorgun. Artık eşi doğum gününde takılar alıyor. Küçük
çocuğunu okula kalkıp eşi gönderiyor. Kimse ondan bir şey beklemiyor iş
anlamında. Neden gergin olduğunu merak ediyorum: Geçmişin artıkları yakasını
bırakmıyor. Bir türlü halleşemiyor, helalleşemiyor hiç biriyle. Benim
sözlerim de artık kâr etmiyor ona. Hatta tersliyor beni. Çözüm; artık kaprislerin
dozunu arttırmak mı? Bıktırmak mı çevredeki insanları? Yaşamın yorgunluğu böyle
çıkar mı? Başkalarına yaratacağın yorgunluk sana dönmez mi Kezbancım?
Yoruluyorum dinlerken son gelişmeleri(!): Kayınvalidenin beyninde tümör varmış.
Bir hafta sonra damadı ameliyat ettirecekmiş. Ziyaretine başka kente gidecek
ya, masraf! Küçük oğlanın zayıfları varmış. Büyüğün biri okulu uzatmış. Ortanca
devamlı para istiyor. Adamın işleri azmış. Kriz malum.
Görümcenin gelini kaçmış...Kavga mı ne etmişler……….
Eltisinin………….
Kızkardeşşşşşşşşşşşş…………………………………………intihar
teşebbüsünde………..
kim????????????????????
Kaçıyorum bir yolunu bulup………..Bütün kadınlar kadar yorgunum……
Hanife TÜRKSEVEN
İzmir- 2008
NOT:Sosyal Hizmet Uzmanı Sitesinde yayınlanmıştır.
NOT:Sosyal Hizmet Uzmanı Sitesinde yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder