25 Mart 2012 Pazar

Yaşam Yorgunu ya da Yorgun Yaşamlar


                               
Yürürken sanki dünden sıkı bir dayak yemiş gibi bir yerleri acıya acıya giderdi. İçin için kızardım birlikte yürüyorsak, bu kadın niye böyle yürüyor diye? Hatta arızalı bir belim ve hafif bir aksamam olmasına rağmen ben hep ondan daha hızlıydım. Canım yansa da önce işimi bitirmem gerekliydi sonra gelirdi diğer şeyler.

İnsanları tanıdıkça bedensel oluşumları ve hareketlerinin, yaşamın onlara sundukları ve yaşamdan beklentileriyle ne kadar ilintili olduğunu anlıyorsun. Annesiyle babası küçücük yaşta ayrılınca ordan oraya sürüklendi Kezban. Hiçbir insan ona güven vermedi. Hep ama hep gidiciydi kaldığı yerlerden diğer kardeşleriyle birlikte. Oturduğu sofralarda hep doyurulması gereken fazladan boğazdı. Üç kardeşten biriydi hani tek de değildi. Üç taneden fazla köfte yiyemezmiş. Anlamamış, afallamıştım duyanda. Et sevmediğinden mi? Hayır, üvey annesi hiçbir zaman fazlasını tabağına koymadığından. Şartlanmıştı.

Kezban’ın annesi babasından boşandıktan sonra çocuklarıyla görüştürülmemiş, hatta ikinci eşi tarafından çocuksuz olarak tanıtılmıştı yeni aileye. Yıllar sonra bir bir varlıkları ortaya çıkmıştı. Yok sayılmak ne kadar katılaştırırdı bir evladın/annenin yüreğini? Bir anne çocuklarıyla nispet yapar mı? Maddi sıkıntılarla yoğrulmuş, sonradan durumları iyiye gidince de eskisinden daha cimri olmuştu. Çocukları bir şeyler istediğinde “Çalışsın alsın.” diyordu. Para biriktirmek temel amaçtı artık. Tek dost para olmuştu yıllarla. Çocuklar kendilerini düşünüyorlardı, onu düşünen yoktu. Hep istiyorlardı, vermekten haberleri yoktu. Ben kızıverince “Onlara bakmakla yükümlüyüz, onların tercihi değildi dünyaya gelmek. İhtiyaçlarını karşılamak zorundayız olanaklarımız ölçüsünde. Üvey annene kızıyordun, nasıl böyle düşünürsün?” yelkenleri suya indiriveriyordu. Karşısında parlayan biri olunca da süt dökmüş kedi gibi olması, ayrıca üzücüydü.

Ben pilavın birine koktuğunu onda gördüm. Şaşırdım hani, pilav en fakir sofrasında bile pişirilen bir yiyecekti. Hani öyle kebap, pirzola gibi gündelik olmayan şeyler için bu durumu normal sayardık ama pilav, alelade pirinç pilavı! Akıl edip bir tabak ikram edememiştim de sonra hem ona hem kendime kızmıştım. Eh, çok canı çektiyse bir ölçü pişirsin diye düşünmüştüm. Evinde pirinç mi yoktu?! Sonradan kendime kızdım, kim bilir pilavla ilgili bilmediğim ne anısı vardı da illaki başkasının ki kokuveriyordu işte.

Eş seçimleri korkunun etkisiyle midir Kezban gibilerin? Maçonun önde gidenini bulurlar ne hikmetse, güçlü görünümleriyle sığınacakları dulda gibi olduklarından herhalde. Şikayet edip dururdu bana eşini, zaman zaman haksız olduğunu düşünsem de, kadınların tarafında yer almak gelenektir bizde. Bence bu tür kadınlar önceleri gösterdikleri özverilerle sonradan eşlerini ezecek kozlar biriktirirler. Yokluğa, ilgisizliğe hatta belki aldatılmaya boyun eğerler ve yaş kemale erince adamları ezim ezim ezerler. Bu durum Kezban’da da hortlamaya başladı. Kronik, sinirsel bir hastalığa yakalanınca etrafındaki herkese çatmaya ve intikam almaya başladı sanki. Yıllarca boşuna annelik yapmaya çalışmış kayınvalide bile istenmiyordu artık. Maço oğlunun duyarsızlıklarını kayınvalide allem edip kalem edip hep affettirirdi gelinine. Şimdi duyarlı oluvermişti adam, kim bilir kaç vakte kadar kayınvalideye ihtiyaç yoktu?

Pazardan dönerken gözlemliyorum onu. O önden ben arkadan gidiyoruz bu sefer. Eskisinden de ağır gidiyor. Yetişince selam veriyorum. Yüz ifadesi gergin, mutsuz, yorgun. Artık eşi doğum gününde takılar alıyor. Küçük çocuğunu okula kalkıp eşi gönderiyor. Kimse ondan bir şey beklemiyor iş anlamında. Neden gergin olduğunu merak ediyorum: Geçmişin artıkları yakasını bırakmıyor. Bir türlü halleşemiyor, helalleşemiyor hiç biriyle. Benim sözlerim de artık kâr etmiyor ona. Hatta tersliyor beni. Çözüm; artık kaprislerin dozunu arttırmak mı? Bıktırmak mı çevredeki insanları? Yaşamın yorgunluğu böyle çıkar mı? Başkalarına yaratacağın yorgunluk sana dönmez mi Kezbancım? Yoruluyorum dinlerken son gelişmeleri(!): Kayınvalidenin beyninde tümör varmış. Bir hafta sonra damadı ameliyat ettirecekmiş. Ziyaretine başka kente gidecek ya, masraf! Küçük oğlanın zayıfları varmış. Büyüğün biri okulu uzatmış. Ortanca devamlı para istiyor. Adamın işleri azmış. Kriz malum.
Görümcenin gelini kaçmış...Kavga mı ne etmişler……….
Eltisinin………….
Kızkardeşşşşşşşşşşşş…………………………………………intihar teşebbüsünde………..
kim????????????????????

Kaçıyorum bir yolunu bulup………..Bütün kadınlar kadar yorgunum……

Hanife TÜRKSEVEN
İzmir- 2008

NOT:Sosyal Hizmet Uzmanı Sitesinde yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder