1 Mart 2012 Perşembe

Kırk Tırt


           Kırk yaşıma girdim gireli eskisine göre çok daha manidar bulmaya başladım “kırk”la başlayan her şeyi. Ya da içinden kırk geçenleri...

     “Kırk tırt”  beni çok tanımlamıyor; çünkü ben fiziksel olarak -tabiri caizse- kırkı bulmadan tırtlayabilmişlerdenim. Bu arada “tırt” işe yaramayan kimse anlamındadır. Belki de üniversite bitmeden evlenip çoluk çocuk olayına daldığımdan beş yıl avans kullandım.

“Kırkından sonra saza başlayan ahirette çalar.” atasözüne katılmak isterdim; ama denemek gerek. Hem sonra ahirete de boş boş gitmekten iyidir bir sanat öğrenip öyle gitmek diye düşünüyorum.

“Kırkından sonra azanı teneşir paklar.” Bu söze katılıyorum; artık kalbimin eskisi kadar sağlam olmadığını doktorların bana söylemesine gerek yok. Tartışmalardan kaçarak kişiliğime hiç uymayan tepkiler veriyorum sırf kalbim sıkışmasın diye.

Masalların o meşhur tekerlemesi vardır ya suçluyu cezalandırmak için “kırk katır mı kırk satır mı?” diye sorulan. Çocukken hep sanki kırk katır derse suçlu, kırk katır verecekler diye umutlandığım… Oysa kırk katırın peşi sıra sürüklenerek öldürülme cezasıdır bu.

“Kırkının da kulpu kırık kırk küp” tekerlemesini bir hamlede söyleyebiliyorum, o halde çok yaşlanmadım. Ama çağrışım ne kadar boş ve anlamsız değil mi?

“Kırkı çıkmak” loğusalık süresi veya bebeğin artık güvenle dışarı bırakılma sürecidir. Ya da ölenin yas süreci bir mevlitle bitirilir.

“Kırk hamamı” bazı yörelerde doğumdan kırk gün sonra yapılan bir merasimdir. Loğusalıktan çıkılışı kutlar kadınlar. Yıkanıp yunulurken, yenir içilir, eğlenilir.

Evet, evet, bebek ve loğusalar için doğum sonrası kırk gün çok önemli bir eşiktir. Kırk gün içinde bebek ateşli hastalığa yakalanınca  “kırk basması” denir. Kırkı çıkmamış iki bebek aynı mekâna denk gelmesin istenir; çünkü “kırkları karışır” ki bu hiç de hayırlı bir emare değildir halkın gözünde.

“Kırklara karışmak” annemin çok namaz niyaz edenler için kullandığı bir deyimdi. “Kırklar” kırk kişilik bir abdal, derviş, ermiş kişiler grubudur. Bunlardan biri olmak için gerçekten iman gücü gerekir. Ama kontenjan kırkla sınırlıdır ve emeklilik gibi bir şey söz konusu değildir, dikkatinizi çekerim.

“Kırkkilit otu” ise şifalı bitkilerden, atkuyruğu olarak da bilinir. Belki zamanında sayıp sayıp kırk derde deva olduğunu görünce kırkkilit otu demiştir atalarımız. Ki bu sayılar konusunda atalarımızın hikmetinden sual olunmaz diye bir saptama yapabilirim kolaylıkla.

“Kırkikindi yağmurları” da adından vefa umulacak yağmurlar değildir. Orta Anadolu’da yağar, ikindi vaktine denk gelir; ama toprağı doyurmadan geçer gider.

Çok anlamındadır kırk. Hani bazen elliden bile çok, yüzden bile. Rakam olmanın ötesinde bir kavramdır sanki. “Kırkayak” örneğin, hayvancağızın ayaklarını saymaya çalışmıştım çocukken, korkarak tiksinerek. Sanırım kırk taneden fazlaydılar. Ya da ben yanlış sayıyorum diye sıkılıp bırakmıştım. Büyüyünce fark ettim ki abartmak konusunda biz Almanlardan daha mütevazıyız: Onlar kırkayağa “Tausendfüsser” yani binayak diyorlar. Gülebilirsiniz, ben gülmüştüm öğrendiğimde, bu kadar desteksiz atmalarına…

Çaresizlerin de çare ararken düştüğü durumdur “kırk kapının ipini çekmek”

“Kırk tarakta bezi olmak” deyimi de “birçok işle meşgul olan” anlamında olup çok da olumlu bir durumu ifade etmez.

“Kırkından sonra at olup da kuyruk mu sallayacak” sözüne bittim; çünkü yeni duydum. Yalnız en çok acıtan da bu oldu. “Hani yaş yetmiş, iş bitmiş” deyimi o yaştakilere nasıl etki ederse bu laf da bende aynı etkiyi gösterdi. Bundan sonra suratımdan o muzip sırıtmayı atmış olarak yazıyorum; ama sizler bunun farkında değilsiniz. Çaktırmamaya çalışıyorum.

“Kırk gün günahkâr, bir gün tövbekâr.” Kötü işler yaptıktan sonra kendisinden beklenmeyen iyi bir iş yapanlar için kullanılırmış. Sizin için taze taze TDK’den apardım.

Yazarken yazarken anneannemin “kırkyama”ları düştü aklıma. Off, saatlerce çeşit çeşit, desen desen kumaşı kesip diktiği, her torununa en az bir tane örtü hediye ettiği… Birazdan bir tanesini çıkarıp koklayacağım. Anneannem kokuyordur hâlâ, değil mi? Ölüm anneannemin kokusunu benden alamamıştır, değil mi?

İnanmayacaksınız ama bilgi dağarcığı zengin anlamında yine “kırk”lı bir deyim var: “Kırkambar” Böyle giderse kırkambar olacağım araştıra araştıra (punduna getirip cümle içinde kullandım ki aklımda kalsın). Çerçi ve içinde çok karışık şeyler olan yer veya kap anlamına da geliyormuş bu deyim; ama ben ilkini çok sevdim. Bundan sonra entelektüellere kırkambar demek istiyorum. Kim tutar beni!

“Kırk gün taban eti, bir gün av eti” avcıların av uğruna taban tepmelerini alaya alan bir sözdür.

“Kırk evin kedisi” ev ev gezen kişi anlamında kullanılır ki İzmir’de “gezenti” dediklerine benziyor olsa gerek bu kişi.

Bir de “kırkbudak” adında bir kırk kollu şamdan varmış. Bektaşilikte erenler meydanına konulurmuş. Yahudilerin yedi kollu şamdanının yanında bu avize gibi bir şey olmalı.

“Kırk yıl kıran olmuş, eceli gelen ölmüş.” deyişi de bizi çok iyi anlatıyor. “Biz Türk’üz, bize bir şey olmaz.” söyleyişiyle benzerliği var mı, bana mı öyle geliyor? Salgın ve hastalıklar olsa da eceli gelmeyen ölmez anlamında kullanılırmış. İlahi Türk insanı!

Araştırırsanız siz daha da fazlasını bulabilirsiniz belki de… Özellikle yerel deyimler çok daha ilginç. Bir de kırkı aşan deyimler var, onlara hiç girmeyeyim diyorum: Sadece bir örnek vereyim, hem nazara karşı da korunmuş olayım: “kırk bir kere maşallah”.

Nedense bir de aklıma bin dokuz yüz kırklı yıllar gelir ki, vahşetin krallığını beyan ettiği yıllardır. İnsan bütün canlılığı bir anda yok etme caniliğini öğrenmiştir.

Kırk hakkında düşünmek istemiyorum artık. Aklıma bir türlü olumlu şeyler gelmiyor. Bir arkadaşım kırkına bastığı gün yakını görmediğini fark ettiğini söylemişti. Ertesi gün göz doktoruna gidip gözlüklenmişti. Çok şükür, ben zaten gözlüklüyüm.

Hanife Türkseven 
İzmir / 2 Ekim 2010
Not: Kırk da geçti şaşkınız be yavrum yaaaa...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder