Kırk yaşıma girdim gireli eskisine
göre çok daha manidar bulmaya başladım “kırk”la başlayan her şeyi. Ya da
içinden kırk geçenleri...
“Kırk tırt” beni çok tanımlamıyor; çünkü ben fiziksel
olarak -tabiri caizse- kırkı bulmadan tırtlayabilmişlerdenim. Bu arada “tırt”
işe yaramayan kimse anlamındadır. Belki de üniversite bitmeden evlenip çoluk
çocuk olayına daldığımdan beş yıl avans kullandım.
“Kırkından sonra saza başlayan
ahirette çalar.” atasözüne katılmak isterdim; ama denemek gerek. Hem sonra
ahirete de boş boş gitmekten iyidir bir sanat öğrenip öyle gitmek diye
düşünüyorum.
“Kırkından sonra azanı teneşir
paklar.” Bu söze katılıyorum; artık kalbimin eskisi kadar sağlam olmadığını doktorların
bana söylemesine gerek yok. Tartışmalardan kaçarak kişiliğime hiç uymayan
tepkiler veriyorum sırf kalbim sıkışmasın diye.
Masalların o meşhur tekerlemesi
vardır ya suçluyu cezalandırmak için “kırk katır mı kırk satır mı?” diye
sorulan. Çocukken hep sanki kırk katır derse suçlu, kırk katır verecekler diye
umutlandığım… Oysa kırk katırın peşi sıra sürüklenerek öldürülme cezasıdır bu.
“Kırkının da kulpu kırık kırk küp”
tekerlemesini bir hamlede söyleyebiliyorum, o halde çok yaşlanmadım. Ama çağrışım
ne kadar boş ve anlamsız değil mi?
“Kırkı çıkmak” loğusalık süresi veya
bebeğin artık güvenle dışarı bırakılma sürecidir. Ya da ölenin yas süreci bir
mevlitle bitirilir.
“Kırk hamamı” bazı yörelerde
doğumdan kırk gün sonra yapılan bir merasimdir. Loğusalıktan çıkılışı kutlar
kadınlar. Yıkanıp yunulurken, yenir içilir, eğlenilir.
Evet, evet, bebek ve loğusalar için
doğum sonrası kırk gün çok önemli bir eşiktir. Kırk gün içinde bebek ateşli
hastalığa yakalanınca “kırk basması”
denir. Kırkı çıkmamış iki bebek aynı mekâna denk gelmesin istenir; çünkü
“kırkları karışır” ki bu hiç de hayırlı bir emare değildir halkın gözünde.
“Kırklara karışmak” annemin çok
namaz niyaz edenler için kullandığı bir deyimdi. “Kırklar” kırk kişilik bir
abdal, derviş, ermiş kişiler grubudur. Bunlardan biri olmak için gerçekten iman
gücü gerekir. Ama kontenjan kırkla sınırlıdır ve emeklilik gibi bir şey söz
konusu değildir, dikkatinizi çekerim.
“Kırkkilit otu” ise şifalı
bitkilerden, atkuyruğu olarak da bilinir. Belki zamanında sayıp sayıp kırk
derde deva olduğunu görünce kırkkilit otu demiştir atalarımız. Ki bu sayılar
konusunda atalarımızın hikmetinden sual olunmaz diye bir saptama yapabilirim
kolaylıkla.
“Kırkikindi yağmurları” da adından
vefa umulacak yağmurlar değildir. Orta Anadolu’da yağar, ikindi vaktine denk
gelir; ama toprağı doyurmadan geçer gider.
Çok anlamındadır kırk. Hani bazen
elliden bile çok, yüzden bile. Rakam olmanın ötesinde bir kavramdır sanki.
“Kırkayak” örneğin, hayvancağızın ayaklarını saymaya çalışmıştım çocukken,
korkarak tiksinerek. Sanırım kırk taneden fazlaydılar. Ya da ben yanlış
sayıyorum diye sıkılıp bırakmıştım. Büyüyünce fark ettim ki abartmak konusunda
biz Almanlardan daha mütevazıyız: Onlar kırkayağa “Tausendfüsser” yani binayak
diyorlar. Gülebilirsiniz, ben gülmüştüm öğrendiğimde, bu kadar desteksiz
atmalarına…
Çaresizlerin de çare ararken düştüğü
durumdur “kırk kapının ipini çekmek”
“Kırk tarakta bezi olmak” deyimi de
“birçok işle meşgul olan” anlamında olup çok da olumlu bir durumu ifade etmez.
“Kırkından sonra at olup da kuyruk
mu sallayacak” sözüne bittim; çünkü yeni duydum. Yalnız en çok acıtan da bu
oldu. “Hani yaş yetmiş, iş bitmiş” deyimi o yaştakilere nasıl etki ederse bu
laf da bende aynı etkiyi gösterdi. Bundan sonra suratımdan o muzip sırıtmayı
atmış olarak yazıyorum; ama sizler bunun farkında değilsiniz. Çaktırmamaya
çalışıyorum.
“Kırk gün günahkâr, bir gün
tövbekâr.” Kötü işler yaptıktan sonra kendisinden beklenmeyen iyi bir iş
yapanlar için kullanılırmış. Sizin için taze taze TDK’den apardım.
Yazarken yazarken anneannemin
“kırkyama”ları düştü aklıma. Off, saatlerce çeşit çeşit, desen desen kumaşı
kesip diktiği, her torununa en az bir tane örtü hediye ettiği… Birazdan bir
tanesini çıkarıp koklayacağım. Anneannem kokuyordur hâlâ, değil mi? Ölüm
anneannemin kokusunu benden alamamıştır, değil mi?
İnanmayacaksınız ama bilgi dağarcığı
zengin anlamında yine “kırk”lı bir deyim var: “Kırkambar” Böyle giderse
kırkambar olacağım araştıra araştıra (punduna getirip cümle içinde kullandım ki
aklımda kalsın). Çerçi ve içinde çok karışık şeyler olan yer veya kap anlamına
da geliyormuş bu deyim; ama ben ilkini çok sevdim. Bundan sonra entelektüellere
kırkambar demek istiyorum. Kim tutar beni!
“Kırk gün taban eti, bir gün av eti”
avcıların av uğruna taban tepmelerini alaya alan bir sözdür.
“Kırk evin kedisi” ev ev gezen kişi
anlamında kullanılır ki İzmir’de “gezenti” dediklerine benziyor olsa gerek bu
kişi.
Bir de “kırkbudak” adında bir kırk
kollu şamdan varmış. Bektaşilikte erenler meydanına konulurmuş. Yahudilerin
yedi kollu şamdanının yanında bu avize gibi bir şey olmalı.
“Kırk yıl kıran olmuş, eceli gelen
ölmüş.” deyişi de bizi çok iyi anlatıyor. “Biz Türk’üz, bize bir şey olmaz.”
söyleyişiyle benzerliği var mı, bana mı öyle geliyor? Salgın ve hastalıklar
olsa da eceli gelmeyen ölmez anlamında kullanılırmış. İlahi Türk insanı!
Araştırırsanız siz daha da fazlasını
bulabilirsiniz belki de… Özellikle yerel deyimler çok daha ilginç. Bir de kırkı
aşan deyimler var, onlara hiç girmeyeyim diyorum: Sadece bir örnek vereyim, hem
nazara karşı da korunmuş olayım: “kırk bir kere maşallah”.
Nedense bir de aklıma bin dokuz yüz
kırklı yıllar gelir ki, vahşetin krallığını beyan ettiği yıllardır. İnsan bütün
canlılığı bir anda yok etme caniliğini öğrenmiştir.
Kırk hakkında düşünmek istemiyorum
artık. Aklıma bir türlü olumlu şeyler gelmiyor. Bir arkadaşım kırkına bastığı
gün yakını görmediğini fark ettiğini söylemişti. Ertesi gün göz doktoruna gidip
gözlüklenmişti. Çok şükür, ben zaten gözlüklüyüm.
Hanife Türkseven
İzmir / 2 Ekim 2010
Not: Kırk da geçti şaşkınız be yavrum yaaaa...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder