28 Eylül 2017 Perşembe

Day 5. Yağmur yağıyor

                                        

                                                   Volos, Makrinitsa Yolundan Görünüm

Bugün yağmur yağıyor Volos'ta. Dersim yok. Dün çok yorgun hissediyordum. Bu sabah yağmur sesiyle nispeten daha iyi uyandım. 

Dün akşam eşimle ve annemle görüştüm bahçede uzun uzun telefonda. Telefonum orada çekiyor ancak. Belki onun etkisiyledir, bugün daha keyifliyim. Bugün bir ara inşallah esas yatağımın döşeğini de satın alabilirsem evim misafir ağırlamaya uygun hale gelecek. Açılmayan metalden banyo penceresini de artık, biraz sıvı yağ yardımıyla açıp kapatabildiğim için sevinçliyim. Tanrım! insanoğlu nelere takıyor? Pencere açılmadığı için sanırım psikolojik olarak astımım tutuyordu. Banyoya girerken, yanımda sprey, Granma nefes alamıyordu yoksa. 

Dün akşam elimi kestiğim için yara bandı almak için mecburen markete gittim. Birçok eksiğimi giderdim bu arada. Kahve de aldım; şimdi Türk kahvesine çok yakın bir tatta kahvemi yudumlayarak ve O Stavros tou Notou(Nikos Kavvadias adlı şairin şiirlerinden bestelenmiş bir albümdür, link veredeğim aşağıda)* albümünü dinleyerek size yazıyorum. Sabah yağmur yüzünden sanırım, çekmeyen internetim, şimdi mükemmel!

İlginç bir şekilde dün ve bugün astım krizlerine eşlik eden öksürüğüm azaldı. Toz ve şiddetli kokular(markette deterjan standında yaşadığım krizi saymazsak) sanırım en çok etkileyen faktörler. 

Argos Gemisinin Antik Seferi



Keşke gençken tarihimize merak sarsaydım. O gençlikle Iasonas'ın buralardan Karadeniz'e, Pontos diyarına yaptığı yolculuğu tekrar ederdim. Altın Post belki de benim köyüm Ğorğoras'tadır, kim bilir? Taa Gürcistan'a gitmeye bile gerek yoktur? Buradan ta oraya bir deniz yolculuğu hiç fena olmazdı. Aslında böyle turistik bir destinasyon hazırlanabilir. Turizmciler hu, her iki yakadan, bu önerimi dikkate alsınlar, derim. Yoksa var mı, böyle bir destinasyon?

Mitoloji'ye göre macera şöyledir, mavi renkli macera'nın üzerine tıklarsanız yönlendirecektir. 

Şimdi Türkiye'de yaşayanlar bu Wikipedia maddesini açamayacaklar. Bu utancı düzeltir yetkililerimiz, umarım. 

Neyse, şimdilik benden bu kadar. Bu arada komşum ve ev sahibem imam bayıldı yemeğini çok güzel yapıyor. Türkiye'de yediklerime şapka çıkartır. Ama ne yazık ki benim yemek yemeğe iştahım yok. En çok peynir ekmek, meyve ve kahve tüketiyorum. Haydi hayırlısı...

Selamlar sevgiler  Volos'tan...

Granma is tired a little bit! 
See you, later...

Volos, 28.09.2017

* Albüm









25 Eylül 2017 Pazartesi

Granma is cooking...Yaktın Beni Eleni!

  





      Day 2, evimde...

      Bugün sözde erken kalkıp varsa 9'da başlayan derslerime yetişecektim. Saatimi de kurmuştum ama ne olduysa oldu, fakülteye ancak onu yirmi geçe vardım. Akşamdan tuhaf sesler çıkrarak çalışan şofbeni yakıp duş aldığım için çok sevindim. Sabahları kendime gelemeden her sesten ürkerim çünkü. 
      
      Neyse ki dersim yokmuş Pazartesi, kendime misafir öğrenci olarak ders bulurum ya henüz o kadarına cesaret edemedim. Zaten Ankara'da iki sınıf birden okuyarak kendimi zora sokmuşum. ERASMUS'un talep ettiği 25 krediyi dolduramayıp ikinci dönem derslerimi yazmak zorunda kaldım. Bu şunun için gerekli, ERASMUS sana hibe verecek de, bakalım sen gerçekten okumaya mı gezip tozup eğlenmeye mi gidiyorsun, diyorlar. İstersen yemin et, ne kadar istekli olduğuna dair, ı-ıh, alacaksın kardeşim 25 kredini paşa paşa gideceksin fakültene, yoksa keseriz hibeyi haaa, demek istiyorlar. Hoş daha hibenin ucunu bile göremedik ya, neyse. Nan bu AB valla Türkiye'den cimri çıktı. Buraya gelince harçlık verirdi ülkem olsa. Vatandaşım mağdur olmasın, hele de bu yaşlı, yazık derdi... Oy! sanırım memleket özlemi başladı, uzaktan davulun sesi hoş geliyor. Öyle olmadığını hepimiz biliyoruz.
     
     Öğrenci kimliği ve paso için başvurumu yaptıktan ve dersler hakkında Popi adlı bölüm sekreterinden bilgi aldıktan sonra, daha fazla uğraşmayıp ders programını aldım, meşhur Kafe'me gittim, hani fakültenin yanındaki. Double Türk, ay aman Yunan kahvesi içince ancak kendime geldim. Pek de gelemedim ya... Sigara paketimi ve Eleni'nin çakmağını masada unutarak marketin yolunu tuttum. Üniversitenin yakınında varmış. Ufak tefek ihtiyaçlarımı alarak evin yolunu tuttum... Sırt çantamda laptop, ellerimde paketlerle yorulmuşum. Dalgınlığımı hemen ev sahiplerime belli ettim. Kızım daha ikinci gün ne acele?! 50 metre falan geçtim evi, sonra geri geldim. Ev sahibinin oğlu, sanırım bu oturduğum yer onun, beni üst kattaki balkondan görmüş geçerken, gülüyor köftehor. Granma dedik, boşuna mı dedik, oğlum? Oğlum yaşlarında bu arada...

     Eve gelince sağolsunlar ev sahiplerim yine geldi, nasıl olduğumu sordular. Eksik gedikler için söz verdiler. Bu arada acıktım, üzerinize afiyet. Evde, Eleni'nin tarlası hizmetimde, sıvı yağ var, tuz var, ne duruyorsun Granma, melemen yapsana, dedim kendime. Sivri biberler acı demişti Eleni, birini tattım, hafif acıydı, dedim bu acıyı gözümle bile yerim ben. Bolca sivri biberli melemeni ocağa vurdum. Aldığım mısır unlu ekmekle ne güzel gidecekti oysa... Bir yandan da fotoda gördüğünüz elektrikli cezvede su kaynattım. Üzerine halis muhlis Doğu Karadeniz çayı ekledim. Masaya geçtim ki, ne olsun, melemen zehir acı oldu, araya hain acı bir biber karışmış. Yaktın beni Eleni, diye bağırdım o an, Türkçe tabii...

     Neyse yana yakıla melemeni yedim. O acıyla resim çekmeyi anımsadım. Halimi görün diye. Öyle böyle ilk yemeğimi pişirdim ya, ona bakın! Yoksa "Yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat." atasözümüzü anımsıyorum hâlâ. 

     Bugün de akşam üzeri oldu. Günler su gibi geçiyor. Yoksa geçmiyor mu? Kocamın demleme çayından isterim. Gelirken demlik getirsin ve bana çay demlesin. Zorla da 20 dakika içinde-yoksa tadı kaçarmış- üç bardak içirsin. Dalga geçer, itiraz edersem, namussuzum... Anamın sigara içme yemek ye, itirazlarını bile özledim. Oğlumun çayımda sigaramı söndürüp beni sabote etmesini de. Dursun'un ıslak burnunu özledim bir de...
     
     (Granma ağlar bu sahnede)
      
     Haydi, öpüldünüz. 
     
     Sevgiler, Selamlar buradan...

     Granma in the kitchen of foreign land (Amaaan o kadar da "foreign" değil, bizim Yunanistan işte)



25.09.2017

    



 

24 Eylül 2017 Pazar

Granma* on Erasmus


Granma* on Erasmus


Sizler beni Bambolika olarak tanıdınız ama kendime yeni bir takma ad buldum; Granma yani Büyükanne.

Bu ayın 20'sinde çok önceden belli olan ERASMUS macerama Ankara'dan başladım. Hep hasta olan annem ve otur oturduğun yerde, kaç yaşına geldin diyen eşim, tuhaf bir annesi olan tarafsız oğlum ve her şeye, herkesin uyarılarına rağmen macerama start verdim. 

Önce çok ucuza bilet bulabildiğim için Atina'ya uçmaya karar verdim ki, Despoina'yı rahatsız edebileyim. İki gün onda konakladıktan sonra çok güzel geçen bir otobüs yolculuğunda, pırıl pırıl bir mola yerinden geçen otobüsümle KTEL dedikleri VOLOS'un terminaline vardım. İlk taksici beni kazıkladı galiba. Çünkü ne kadar uğraştıysam 5 Avro'yu geçemediğim taksi maceralarımdan farklı olarak 6 Avro aldı. Canı sağolsun, 1 km bile olmayan yolu uzatarak bana kent merkezini tanıtmış oldu. Volos'un bir ucundan diğerine sahilden yürüyünce yarım saat tutuyor, oradan pay biçin. 

Neyse vardım AB ofisine Panepistimio'nun(üniversite yani). Orada değişim öğrencileri oturuyor. Ben tabii Granma. Personel şaşkın değildi ama çocuklar şebelek gibi bakıyor bana. Saçlar üç numara, beyaz. Bize ev önerisi sunacaklar. Ben atıldım hemen. Mümkünse bir Yunan kız öğrenci parakalo(lütfen demek), bir de atar yaptım; benimle İngilazca konuşmayın, Yunanca öğrenmeye geldim ben buraya diye. Yunan öğrenci bulmak yaş iş dediler. Kalacağın şurada üç beş ay, seni neylesin, o kalacak 4-5 yıl. Hım bu atarım işe yaramadı! Diğerine bayıldılar tabii. Baktılar anlıyorum her şeyi, Yunanca anlatmaya başladılar. Oh Granma, kendin kaşındın! Anlamasan da bazen(hızlı konuşabiliyorlar) yapıştır, endaksi'yi(okay gibi bir şey işte). Ne olabilir ki! Sövdüler mi, ettiler mi, ne olacak, aman, aramızda lafı mı olur? 

Neyse falandı fişmandı derken Eleni(Oh Eleni, Trabzon göçmeni babanın kızı Eleni!)'nin yakın olmayan bir arkadaşının oda kiralama isteği haberini aldım. AB ofisinden çıktım, sahilde bir Kafe'de oturdum, yanlışlıkla Türk kahvesi istedim, ağzım kurusun, neyse, sonra yamaladım bir şeyler. İlgili idiler sağolsunlar. Yanında küçük şişe suyu bedava veriyorlar. Neredeyse aynı bizdekinin fiyatına geliyor öylece. Bir gece o kadıncağızın evinde -itiraf ediyorum hadi- tiksinerek kaldım. Ev yıllardır kullanılmamış, kir pas içindeydi. Daha da durmam burada deyip Eleni'yi tacize başladım hemen. Zaten o ikide bir telefon ederek nabız yokluyordu. Despoina bir yandan. "Granma on trouble" tabii, yardım edecekler. Ne yapsın zavallılar?

Bu arada bir otel buldu bana Eleni, hemen oraya gidip dinleniyorsun ve bizi bekliyorsun, dedi. Yunanistan'da edindiğim bro'm olan(ağabey deyin siz kısaca) eşi Vasilis'le yola çıkmışlardı bile. Otel Anastasia'ya kaçar gibi vardım, duş aldım, o evde oraya buraya sürtünmüş ne varsa hepsini ıslak mendillerle sildim. Uzandım. Uyudum mu bilmem, Elenitsa gelmişti bile Selanik'ten. 

Hemen başladı ev bakmaya. Bir tanesi ilginç oldu. Telefonda üniversite öğrencisi deyince evini kiralamak istediğimiz adam(lar), sanırım, 1.80 boyunda güzel bir Rus kızı bekliyordu. Granma ben'i görünce şoke oldu zavallılar. Neyse ev sote bir yerdeydi ve hamam böceği vardı. Bu da onlara ders olsun! Also Granmas have right to study(Büyükanneler de okuma hakkına sahip), değil mi ama? Neyse ki, bu, iki buçukuncu üniversitem deyince biraz anlar gibi oldular. İnşallah! 

Eleni ve eşi Vasili çok girişken insanlar, ne oldu, ne bitti anlamadım; kentin en eski şekerleme satış dükkanının sahibinden bir telefon ve fakülteme nispeten yakın bir ev olasılığı çıktı. Adam aradı etti, ertesi güne randevu verdiler. Evi gelin görün diye, geldik gördük, beğendik tuttuk. Üstüne bir Makrinitsa yaptık, Volos'un dağlık kesiminde yamaçta bir köy, artık tamamen turistik bir köy. 



Ha tabii, Speedy Eleni bir de evi temizledi, ben güya yardım ettim ama asıl işi o gördü. Bir de çiftçilik yapıyorlar ya, kilolarca erzak getirdi. Sanki Granma aç kalacak, 5 kilo domatesi nasıl yerim ben ya! El mecbur ev sahibine devredeceğim. Getirdiği sıcacık battaniyeye Eleni'nin sevgisi sinmiş. Çok güzel ısıttı. Buralar sıcak ama Granma hep üşür, öyle işte...

Şimdi oturmuş, maceralarımı yazmaya çalışıyorum. Aslında çok yorgunum ama uyuyamadım. Bir uyuma hamlemde geveze komşularım pencereden pencereye muhabbet ettiler, bir diğerinde ilgili ev sahibim iyi miyim diye kapıyı tıklattı. Böyle şeyler işte, zaten bir yerde ilk kez kalmanın tedirginliği de var...

Nihayetinde "Granma ine endaksi(Granma iyi)", merak etmeyin diye bloguma yeni bir yazı ekliyorum. 

İyi Okumalar!
Sevgiler, Volos'tan


* Granma'nın çok çağrışımı var benim için. Biri Fidel Castro ve Che Guevera'nın Küba devrimini başlattıkları geminin adı, aynı zamanda Küba'da bir gazete veya dergiydi sanırım. Bir diğeri Gazap Üzümleri'ndeki Büyükanne karakteri. Eh İngilizce Büyükanne'nin kısaltılmışı. Bana uyar dedim, dizlerim sızlar, belim ağrırken Erasmus'ta, anca Granma direnir. 

Bambolika in Volos

24.09.2017

Kendi kendini tekzip 1: Taksicinin günahını aldım o gün, gösteri- yürüyüş tarzı bir şey olduğundan yollar kapatılmış, ondan dolaştırmış.
2. Hibenin % 80'i ben bu yazıyı yazdığımda yatmış, ama ben bilmiyordum henüz. 














3 Mart 2016 Perşembe

Hamsi Kuşu à la Bambolika






Belki çoğunuz bu fıkrayı biliyordur. Temel, Dursun'a bir bilmece sorar:
-Ula Tursun, 'Dalda durur/Saridur/Cik cik oter', habu nedur?
Dursun bilmecenin kolaylığıyle gevrek gevrek cevap verir:
-Kanaryadur.
Temel de zor bir bilmece sorduğunun bilinciyle,
-Değildur.
-E peki nedur? diye üsteleyen Dursun'a:
-Hamsidur da.
-Eh dalda nasil duruyi?
-Koyduk oni oraya.
-Nasil saridur hamsi?
-Boyaduk oni.
-Cik cik nasil oteyur?
-O da işin bilmecesidur ola, diye yanıtlar Temel. Yani hamsi bizim oralının gözünde bir kanarya bile olabilir. Hamsi kuşu bu eğilimin bir tezahürü müdür, bilinmez? Bildiğim; Karadeniz mutfağının maharet gerektiren, zaman alan ürünlerinden biri olduğu yönündedir ve ben dün bu sınavı başarıyla verdim. Hiç hamsi kuşu hazırlayan birini görmedim. Çocukken yemiştim. Kızartıldığını, ağızda maydanoz ve soğan tadı bıraktığını anımsıyorum o kadar.
Çalışmalarıma google arama motoru eşliğinde başladım. Bir sürü tarif okudum. Hem de hiçbirinde dondurulmuş hamsiden hazırlanmışı yoktu. Hamsi kuşunun sebzelerle veya fıstıklı üzümlü iç pilavla neden hazırlandığını düşündüm? Geçmişte hamsi kuşunun daha çok salamura hamsiden yapıldığı izlenimi edindim. Mantıklı, çünkü hamsinin bol ve taze olduğu zamanlarda tavası en güzelidir bence. Mevsimi geçip, miktarı azalıp eskiden salamuraya mahkum kalındığı zamanları düşünün. Hem salamuranın tuzunu nötralize etmek hem miktar olarak artırmak için iyi bir yöntem. Ayrıca leziz bir yöntem.



Benim tarifim için gerekli malzemeleri vereyim:
1.  1 kilo dondurulmuş hamsi
2.  İç için çok ince kıyılmış ve sıkılmış domates
3.  Çok ince kıyılmış taze veya kuru soğan(ben bir baş kuru soğan doğradım ve tuzla öldürüp suyunu attım)
4. Taze nane, üç beş sap veya kuru nane bir tatlı kaşığı
5.  Bir büyük sivri biber yine ince doğranmış.
6.  Bir tutam maydanoz
7.  Tuz, kara biber, kırmızı biber, pul biber gibi köfte baharatlarının hepsi yakışır sanırım. Biberiye bile ekledim ben.
8.  Bir su bardağı mısır unu
9.  Bir su bardağı çiçek yağı
10. İki yumurta; en sonda kuşları yapıştırmak ve kızartmak için

Üç beş saat önceden dondurulmuş hamsileri çözülebilsinler diye derin dondurucudan çıkarın. İç malzemesini hazırlayın. Hazırladığınız içi iyice sıkıp fazla suyunu atın. Kızarırken başınza iş açar yoksa. Zaten iki üç hamsiyi bir arada tutturmaya çalışmak eziyet, bir de için suyuyla uğraşmayalım. Belki de pirinçli içte bu sorun olmuyordur ama ben daha önce hamsili pilavı iç pilav gibi hazırlamıştım, evdekiler ne pirincin ne de fıstık ve üzümün hamsiye yakışmadığı konusunda çok karalı beyanatlar verdiler. O yüzden bu kombinasyonu istemedim. Zaten çocukken şimdi adını anımsamadığım komşu kadında yediğim gibi olmasını istedim. Kızartılmış olması da bundan. Yoksa fırın versiyonu da olur.




Geldik en cavcavlı bölüme: Donmuş hamsiler pelteleşmeden ama epey yumuşamışken işleme başladım. Zaman zaman zar gibi buzları temizleyerek hem de. İyi ki Facebook'ta yazdım ve arkadaşlar beni uyardı. Sona doğru bir avuç hamsi böyle iyice yumuşadı. Ama bizde çareler tükenmez. Onları da içsiz olarak una buladım. Kalan yumurtaya sonra... Kızgın yağa attım. Yağda kızarmış hamsi her şekilde yenir bizim evde nasılsa... Bir kilo donmuş hamsi sanırım beş altı kişiyi doyurur. Çünkü net bir kilo, ayıklanmış. Unutmayın bunu. Bizim hamsi kuşu çok geldi, anlayın. Soğuyunca da bir şeye benzemez ki...





Neyse uzatmayayım; eldivenlerimi baştan beri giydim. Siz de giyin. Odaların kapılarını kapatın. Mutfağınkini de keza. Aspiratör full mesai yapsın. Hatta daha kuşları hazırlarken bile. Hamsi kokusu başka balığa benzemez. Uyarmadı demeyin! Ancak dondurulmuş hali yine de en temizi, en az koku yapanı. Haberiniz ola!





Hamsiler çok iri olunca iki hamsiden olur ama orta boy hamsiden bile üç tanesi ile yapabildim ben. Hamsilerin iki tanesini sırtları elinize gelecek şekilde avucunuza koyun, üstüne bir çay kaşığı kadar iç, üzerine bir hamsi daha kapatın ve elinizi sıkın. Suyu varsa bu aşamada lavaboya akıtın. Sonra geniş bir kaba yaydığınız mısır ununa bulayın. Bu işlemi hamsiler elverene kadar yapın. En sonda dedik ya, yeterince hızlı olmazsanız-ki ilk seferinde kimse o kadar hızlı saramaz- pelteleşiyor hamsiler.  Bolca çiçek yağını kızdırıp çırpılmış yumurtada çevirdiğimiz kuşları yağa atıyoruz. Çevreyi de kızartmaya geçmeden önce güzelce gazetelerle döşüyoruz. Çok sıçrıyor bu kuşlar.
                                             

Yanına yeşil salata ve rakı ile servis yapıyoruz. Bizim evde de ülkemiz gibi görünmeyen bir alkol yasağı var. İşi öğrendim. Rakı vaadine hamsi kuşu hazırlanır. Gerçi rakı içemiyordum ben değil mi? Hım, beyaz şarap da olur. Niye olmasın?


Bambolika's Masterworks in the Kitchen


                                 


27 Ocak 2016 Çarşamba

Kara Lahana Yemeği

   
         Geçenlerde pazara gitmek gibi bir lüksüm oldu, hava soğuk, kara lahana bağları da cevval bakınca, dedim bu yapraklar yumuşaktır, bir sarma sarı vereyim. Nitekim iki hafta önce vuku bulan bu faaliyetten geriye kalan iki bağ lahananın oldukça taze sapları ve sarılmayacak gibi duran yapraklarını ince ince doğradım ve derin dondurucuya ilerde lahana yemeği yaparım niyetiyle attım. Benim lahana yemeği yapma planım neredeyse devletin beş yıllık kalkınma planı gibi, orta hatta uzun vadelidir. Bir ara çok haşladığım için 250 gram kadarını yine derin dondurucuya ayırıp hah, bunu kara lahana yemeği yaparsam kullanırım dediğim barbunyaya da gün doğdu. İki aydır derin dondurucuda dur dur sıkılmış gariplerim.


      Ahhh bilmezsiniz, yoksa bilir misiniz, bu sosyal medya çok acayip bir yerdir. Veganlar var misal, oturup ağız tadıyla etli, sütlü ve dahi yumurtalı bir gıda almanızı yayınlarıyla engellerler. Hadi tamam engellemeseler de iştahınızı epey kaçırabilirler. Velhasılıkelam, böyle bir arkadaşın son yayınını bu sabah görünce dedim ki, ya şu bizim öz be öz vegan lahana yemeğinden yapayım. Resmini de yayınlayıp iştahını açayım şu arkadaşın. Yani mutfağa girişim bile sosyal medya itkisiyledir ha! Çok meraklısı değilim.
Neyse malzemeleri vereyim: 

* Bir bağ lahana
* Bir su bardağı kadar haşlanmış barbunya
* Bir adet patates
* Bir kahve fincanı bulgur veya mısır yarması veya konserve mısır(miktarını da aslında zevkinize göre ayarlayın)
* Bir adet orta boy soğan
* Yarım çay bardağı sıvı yağ
* Bir çorba kaşığı biber ve domates salçası
* Kurutulmuş acı biber veya pul biber
* Zevke göre tuz

Hazırlanışı:

Efendim, lahanayı ince kıyıyoruz, oysa anneannem eliyle zouğlis(koparmak) ederdi, öyle daha lezzetli olurdu. Yıllar sonra, metal bıçakların oksidasyona yol açtığı ve bitkileri koparmanın bilimsel olarak daha doğru olduğunu öğrenip o ilkel(!) yönteme dönen sosyetiklere çok gülüyorum şimdi. Onlar kendilerini bilirler. Yemek mi yapıyorum taş mı atıyorum belli değil. Aman ben dantellektüel aşçıyım, bana da bu gözle bakın!



                     Şekil A


Benim lahanaları ise derin dondurucudan olduklarından, hemen kaynamakta olan suya attım. Yumuşayınca içinde kaynadıkları o suyu döktüm. Burası ninemden kalan ama pek de önerilesi bir davranış değil çünkü vitamini tahliye borusuna içirmiş oluyoruz. Diğer taraftan bu yöntem gaz sancısına karşı iyiymiş. Tercih sizin, gaz veya vitamin!

       Tercihinizi tahliyeden yana yaptıysanız, lahanarı süzdükten sonra üzerine soğuk su ekleyip kaynatmaya devam ediyoruz. Sulu yemek seviyorsanız suyu artırın, tersi durumda azaltın. Lahanalar yenebilecek gibi ama diriyken, doğradığınız patatesi, bulguru içine atın. Kurutulmuş acı biberi bu aşamada katın ki acısı yemeğe çıkabilsin. Hepsi pişince, haşlanmış barbunyayı ekleyin. Birkaç taşım da öyle kaynasın.

       Diğer yanda bir kuşanede (Allam sana geliyorum, profesyonel aşçılar gibi kuşane dedim!) sıvı yağı, doğradığımız soğanları ve sonra salçayı kavuruyoruz. Yemeğin üstüne döküyoruz. Bu aşamada sıvı yağın yanına tereyağı da öneririm. Şu vegan arkadaş duymasın! Bizim memleketin inekleri dağlarda güvenliklerini sağladıklarından, insanlara sütünü severek verirmiş. Ben nenemin yalancısıyım. O da kendi hayvanlarının etini yemeyen biriydi.

                                         
                                             Şekil B
Neyse Şekil B'deki kaseden iki tane yedim. Siz de deneyin, afiyet olsun.

Vegan arkadaşlara hürmetle ithaf olunur!

Bambolika in the Kitchen
18.01. 2015

18 Ekim 2015 Pazar

Aşure


Son Yunanistan-Selanik gezisinde, daha doğrusu Çağdaş Yunanca öğrenimim sırasında, Pontus Rumcası(Romeyika), Yunanca, İngilizce, Türkçe ve bazen Almanca konuşmak durumunda kaldığım için, sınıfta "Kafam aşure gibi oldu" tarzında bir deyim kullandım. Yemek adlarımız zaman zaman ortak olabildiğinden ya tutarsa demiştim. Tutmadı. İçinde ne olduğunu sordular. Anlattım, çok çeşitli malzemeden yapıldığı için, karışık bir tatlı olduğunu söyledim. Gerçi sınıf da "aşure" gibiydi: Alman, Fransız, Mısırlı, Belçikalı, ABD'li...
Yunanlılar geleneksel Agia Varvara gününde pişirirlermiş benzerini. Adı: Varvara imiş. Araştırdım, tarifini buldum ama bizimkine göre bayağı sade bir tatlı onlarınki. Bizde en az yedi çeşit malzeme olması gerekir. Adettenmiş. Yedi sayısının uğuru malum. Bu tatlı Nuh tufanı, Kerbela Faciası sonrasına ve birçok dinsel söylenceye dayandırılıyor. Nedenini tam açıklayamıyorum ama buğdayla ilişkili bu türden yiyecekler bana Mezopotamya ve/ya Anadolu'yu çağrıştırıyor.
Sınıfta oğlumdan bile küçük ve vegan olan sınıf arkadaşım Martin ısrarla bu tatlıyı merak ettiği söylüyordu. Biz yurtta kaldığımızdan, değil böyle meşakkatli bir tatlıyı, oda arkadaşımın sahanda yumurta dileğini bile yerine getirememiştik. Mutfağımız yoktu. Aşure yapmak için Pontus göçmeni arkadaşların evini kullanabilirdim ama dedim ya zaman alan bir tatlı ve malzemeleri ayarlamak ayrı bir dertti benim için. Ama içime yer etti, yapamamış olmak!
Memlekete döndüm. Aşure ayı denk geldi. Baktım markette aşurelik buğday satılıyor. Hemen aldım.
Şimdi, birazcık kendi tarzımda yaptığım, tarifi vereyim:

Malzemeler:
1. İki su bardağı aşurelik buğday
2. Bir su bardağı kadar pirinç
3. Bir su bardağı nohut
4. Bir su bardağı kuru fasulye
5. Yarım kilo şeker(Ben reçelden aldığım meyveleri kullandığım için, daha az kullandım)
6. Şeftali, Kayısı/Üzüm/ Kiraz/ İncir reçellerinden veya konservelerinden alınmış meyveler, büyükse küçültüp ekleyin.
7. 200 gram ceviz içi
8. İki-üç çorba kaşığı susam
9.  300 gram fındık içi
10. Süslemesi için bir veya iki nar.
11. Üç beş karanfil(kokusuna hoş bir aroma katıyor)
12. Tarçın çubuğu veya yerken üzerine serpmeye toz tarçın.

Yapılışı:
Önce aşurelik buğday ve pirinci güzelce yıkayıp, suda birkaç taşım haşlıyoruz. Bu suyu döktüm ben. İsteyen bırakabilir. Aşurenin rengini koyu sevmediğimden. Üzerine tekrar epey ılık su ekledikten sonra bir gece bu şekilde beklettim. Ben çok marifetli bir hanım(!) olduğumdan derin dondurucuda hep haşlanmış nohutum ve fasulyem olur ki, çat diye pişirebileyim, okuldan dönünce. Yani anlayacağınız nohutum ve fasulyem hazırdı. Bunları ayrı ayrı ıslatıp haşlayın derim ben. Çünkü tatları ve pişme süreleri karışmasın. Aşure her şeyi tencereye boca edip haşlama tatlısı değil. İçinde ne olduğunun anlaşılabileceği bir tatlı olmalı nihayetinde. Diğerine "püre" diyoruz. :)

Bu süreç içinde pirinci, buğdayla pişirmemin nedeni buğdayın rengini açmak ve pirincin nişastasından yararlanmaktı. Dünden hazır bu ikisini yeniden göz kararı su ekleyerek buğdaylar patlayana dek genişçe bir tencerede pişiriyorum. Pirinçler haliyle epey kayboluyor bu arada. Pirinç rafine olduğundan hızlı pişer. Bu işlem bir saat kadar sürer, başında durup dibinin tutmamasına özen göstermelisiniz. Facebook'ta geyiğe dalmayın, aşure küser sonra!

Neyse, tadına bakın buğdaylar kıvama geldiyse tatlı neredeyse hazırdır. Haşlanmış nohutu ve fasulyeyi ekleyin, biraz da böyle harmanlanarak pişsinler. Sonra benim uyanıklığıma bakın siz! Geçen yıl Despoina'nın hediye ettiği üzüm reçeli, bu yıl Foteini'nin kiraz reçeli ve Eleni'nin şeftali kompostosunun meyvelerini çatalla al sen, büyük parça gibi gözükenleri küçült, aşureye ekle. Bunlar da ayrı ayrı yaklaşık birer çay bardağı kadardı ölçü olarak. İşte bu meyveler çok tatlı olduğundan önce tadıp şekeri göz kararı ekledim. Bu şekilde de beş dakika pişen aşureyi soğumaya bıraktım. Meyvelerle birlikte aromacı, karanfil ve tarçın çubuğu eklenebilir. Bunları tatlı ılışınca çıkarın. Abartmanın gereği yok, acılaştırırlar belli bir süreden sonra.

Geçen yıl taze elma, armut, hatta servis ederken muz bile eklemiştim. Bunları pişme sürelerine göre buğdayı pişirirken ekleyebilirsiniz.

Kaselere boşalttığım aşureyi, bir kaşık tereyağında hafifçe kavurduğum susam ve cevizlerle süsledim. Veeee, benim aşure deyince olmazsa olmazım narla ikram ettim. Önce kendime tabii.
Mmmm, pek nefis oldu. Gripli bünyeme de iyi geldi sanki. Gerçi birkaç saat mutfakta buhar soluduğumdan olmasın o?

Neyse tamamen tesadüfen bir Anadolu geleneği olan aşure yapıp dağıtma olayını başarmış olmanın sevinciyle sizlere afiyet olsun der, tarifim uyarınca yapılan her aşurenin telif hakkını isterim.


Bambolika in traditional kitchen

18.10.2015






14 Nisan 2015 Salı

Alabalık Fırında





ALABALIK FIRINDA





Epeydir, bırakın tarif vermeyi yemek bile pişiremez olmuştum. Bugün iyice gerildim ve soluğu mutfakta aldım. Koca kişisi sanal market alışverişini iyice abartmış, yokuş eve marketten bir şeyler taşımak yerine katalogları inceleyip inceleyip oturduğu yerden eve ne gerekiyorsa alıyor. Benim de canıma minnet!

Bu sefer aşmış. Alabalık almış. Balık geldi. Ben balık ayıklamakla uğraşacak zamanı nereden bulayım anacım, diye düşünürken, aaaa, bir baktım balıklar tertemiz ayıklanmış, hem de fileto yapılmış(Carrefour'daki adını bilmediğimiz balıkçı burada teşekkürü hak eden, sanırım).
Bir haftadır canım burnumdaydı. Herr Strzygoswski diye bir sanat tarihçisinin 1910'dan kalan kitabını Türkçeye çeviriyorum. Bunun yan etkisi bende "kıvranma" olarak tabir edilebilir. Baktım yetişmeyecek zaten, bari proteinsiz kalmış beynime bir güzellik yapayım, dedim.
Bu aralar vejetaryen takılıyoruz. Ama ben daha çok Hindu tarzı beslenme diyorum buna. Hayvansal gıdaların bazısı, balık gibi, yasağa dahil değil.
Gene yemek tarifini Güzin Abla mektubuna çevirdim galiba? Her neyse, tadı hâlâ damağımdayken tarifi verdim verdim. Yoksa mahrum kalacaksınız bu hayati yemekten diye düşünerek, görev bilinciyle oturayım da şu tarifi vereyim.

Malzemeler:
1. Dört adet fileto alabalık
2. Dört adet patates
3. Üç-dört adet küçük soğan
4. Beş-on çeri domates
5. Bir çay bardağı sıvı yağ
6. Sıvı yağa eklemek için kırmızı toz biber, pul biber, karabiber, nane, kekik, bunların miktarını size bırakıyorum.
7. Sivri biber de ekledim ama zorunlu değil, ben sevdiğimden üzerine ekledim.
     


Balık ayıklanmış geldiğinden, sadece suya tuttum. Soğanları dörde böldüm. Patatesleri soyup halka doğradım. Çabuk pişsin diye bu halkaları ikiye böldüm. Sıvı yağa baharatları ekledim ve karıştırdım. Sonra önce patatesleri, sonra balıkları bu yağa buladım ve ilk fotoğraftaki gibi dizdim. Tuzu da unutmayın. Ben tansiyondan muzdarip olalı beri tuzlamayı unutuyorum. Sonra isteyen istediği tabağına kadar ekiyor.

Fırını 240 dereceye ayarladım ve yemeği 45 dakika pişirdim. Balkon güpgüzel koktu. Fırın balkonda da ondan. Tavada yani yağda kızartınca eve sinen kokuyu ve mutfağa sıçrayan yağları bertaraf edeceğim diye imanım gevriyordu. Böyle iyi oldu. Yanına yeşil salata... Mis!

Bambolika goes back to the kitchen
Engürü, 14.04.2015