25 Eylül 2017 Pazartesi

Granma is cooking...Yaktın Beni Eleni!

  





      Day 2, evimde...

      Bugün sözde erken kalkıp varsa 9'da başlayan derslerime yetişecektim. Saatimi de kurmuştum ama ne olduysa oldu, fakülteye ancak onu yirmi geçe vardım. Akşamdan tuhaf sesler çıkrarak çalışan şofbeni yakıp duş aldığım için çok sevindim. Sabahları kendime gelemeden her sesten ürkerim çünkü. 
      
      Neyse ki dersim yokmuş Pazartesi, kendime misafir öğrenci olarak ders bulurum ya henüz o kadarına cesaret edemedim. Zaten Ankara'da iki sınıf birden okuyarak kendimi zora sokmuşum. ERASMUS'un talep ettiği 25 krediyi dolduramayıp ikinci dönem derslerimi yazmak zorunda kaldım. Bu şunun için gerekli, ERASMUS sana hibe verecek de, bakalım sen gerçekten okumaya mı gezip tozup eğlenmeye mi gidiyorsun, diyorlar. İstersen yemin et, ne kadar istekli olduğuna dair, ı-ıh, alacaksın kardeşim 25 kredini paşa paşa gideceksin fakültene, yoksa keseriz hibeyi haaa, demek istiyorlar. Hoş daha hibenin ucunu bile göremedik ya, neyse. Nan bu AB valla Türkiye'den cimri çıktı. Buraya gelince harçlık verirdi ülkem olsa. Vatandaşım mağdur olmasın, hele de bu yaşlı, yazık derdi... Oy! sanırım memleket özlemi başladı, uzaktan davulun sesi hoş geliyor. Öyle olmadığını hepimiz biliyoruz.
     
     Öğrenci kimliği ve paso için başvurumu yaptıktan ve dersler hakkında Popi adlı bölüm sekreterinden bilgi aldıktan sonra, daha fazla uğraşmayıp ders programını aldım, meşhur Kafe'me gittim, hani fakültenin yanındaki. Double Türk, ay aman Yunan kahvesi içince ancak kendime geldim. Pek de gelemedim ya... Sigara paketimi ve Eleni'nin çakmağını masada unutarak marketin yolunu tuttum. Üniversitenin yakınında varmış. Ufak tefek ihtiyaçlarımı alarak evin yolunu tuttum... Sırt çantamda laptop, ellerimde paketlerle yorulmuşum. Dalgınlığımı hemen ev sahiplerime belli ettim. Kızım daha ikinci gün ne acele?! 50 metre falan geçtim evi, sonra geri geldim. Ev sahibinin oğlu, sanırım bu oturduğum yer onun, beni üst kattaki balkondan görmüş geçerken, gülüyor köftehor. Granma dedik, boşuna mı dedik, oğlum? Oğlum yaşlarında bu arada...

     Eve gelince sağolsunlar ev sahiplerim yine geldi, nasıl olduğumu sordular. Eksik gedikler için söz verdiler. Bu arada acıktım, üzerinize afiyet. Evde, Eleni'nin tarlası hizmetimde, sıvı yağ var, tuz var, ne duruyorsun Granma, melemen yapsana, dedim kendime. Sivri biberler acı demişti Eleni, birini tattım, hafif acıydı, dedim bu acıyı gözümle bile yerim ben. Bolca sivri biberli melemeni ocağa vurdum. Aldığım mısır unlu ekmekle ne güzel gidecekti oysa... Bir yandan da fotoda gördüğünüz elektrikli cezvede su kaynattım. Üzerine halis muhlis Doğu Karadeniz çayı ekledim. Masaya geçtim ki, ne olsun, melemen zehir acı oldu, araya hain acı bir biber karışmış. Yaktın beni Eleni, diye bağırdım o an, Türkçe tabii...

     Neyse yana yakıla melemeni yedim. O acıyla resim çekmeyi anımsadım. Halimi görün diye. Öyle böyle ilk yemeğimi pişirdim ya, ona bakın! Yoksa "Yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat." atasözümüzü anımsıyorum hâlâ. 

     Bugün de akşam üzeri oldu. Günler su gibi geçiyor. Yoksa geçmiyor mu? Kocamın demleme çayından isterim. Gelirken demlik getirsin ve bana çay demlesin. Zorla da 20 dakika içinde-yoksa tadı kaçarmış- üç bardak içirsin. Dalga geçer, itiraz edersem, namussuzum... Anamın sigara içme yemek ye, itirazlarını bile özledim. Oğlumun çayımda sigaramı söndürüp beni sabote etmesini de. Dursun'un ıslak burnunu özledim bir de...
     
     (Granma ağlar bu sahnede)
      
     Haydi, öpüldünüz. 
     
     Sevgiler, Selamlar buradan...

     Granma in the kitchen of foreign land (Amaaan o kadar da "foreign" değil, bizim Yunanistan işte)



25.09.2017

    



 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder