22 Aralık 2013 Pazar

Laz Lahanası Sarması

Aslında kara lahana olarak bildiğimiz lahanaya ismi lazım değil bir market böyle bir isim vermiş. Hoşuma gitti aldım; hem lahana hem de isim. Yarım kilo kıyma da aldım. Çünkü bu lahana sarmasını etli yapmak daha iyidir. Zeytinyağı yakışmaz gibi gelir. Hatta bizimkiler içine bir kaşık tereyağı da atarlardı yanılmıyorsam.


Malzemeler:
Bir kişilik bu tarif, sadece kendime yaptım işte:)

1. Bir kilo Laz lahanası
2. Bir buçuk su bardağı kadar kırık pirinç
3. 300-400 gram kıyma
4. İki baş soğan(ince kıyılmış)
5. Biraz sıvı yağ 
6. Kıyılmış bir tutam maydanoz ve baharatlar; nane, pul biber, karabiber, kimyon, tuz. 
7. Birkaç kaşık salça

Yaprak kısımlarını saplarından kopardığımız kara lahanaları kaynar suya atıp birkaç taşım haşlıyoruz. Çıkarıp hemen buz gibi suya atarsanız tam haşlayın, değilse az çiğken alıp kenarda suyunda bekletirim ben bazen. Birinci seçenekte koyu yeşil oluyor yapraklar. Zevk meselesi...

İçi çiğden hazırlıyorum ben. Yıkayıp ılık tuzlu suda biraz beklettiğim pirinçlerin içine malzemeyi ekliyorum ve yoğuruyorum biraz. Şu ince plastik eldivenlerden takmak çok yararlı oluyor. Yoksa ellerde iflah olmaz o soğan kokusuyla dolaşmak  var. Sonra yapraklar büyükse orta damardan ikiye bölüp yaprakları sarmaya başlıyoruz. Külah gibi de yaparlar bizim oralarda ama ben üzüm yaprağına benzer bir şekilde sararım.

Sarmaları tencereye dizmeden önce ayrıca salça ve sıvı yağdan bir harç pişirip biraz tencerenin altına biraz da üstüne dökersek daha lezzetli oluyor yemek. Sanırım bizimkilerin tereyağına alternatif bunu geliştirdim. İzmir'den bir komşum beyaz lahana sarmasını böyle pişirirdi. Ondan esinlendim sanırım. Esin perimi yani Mousa'mı anmazsan darılır sonra. Bu arada Antik kültüre aşinalığımı da iki sarma arası vereyim ki, gözlerimi iyice bozmama destek çıkmaya gönüllü Eski Yunanca bölümünde okumam bir işe yarasın.
Bir yanda kaynattığımız suyu sarmaların üzerine döküyoruz, sarmaların yüzeyini dört beş santim geçmelidir su. Çünkü pirinçler o suyu emecektir. Yemek gibi sulu seviyorsanız daha fazla su ekleyin.

Afiyet olsun.

Tencereyi ocağa vurmadan önce böyle gözüküyordu:



Çiğken Laz Lahanası Sarması


Pişmişken Laz Lahanası Sarması(Pişirmese miymişim? Çiğken görüntüsü daha güzeldi...:)



Bambolika misses the kitchen!
22.12.2013 




16 Kasım 2013 Cumartesi

Mantılı Bambolika Çorbası


Bu çorbanın aynından yapan mutlaka vardır ama ben yılların birikimi ve ağız tadımın hangi kombinasyona yatkın olduğundan hareketle, kendi ölçülerime göre bu işi yaptığımdan, benim adımla başlık açtım.

Birkaç aydır "genç" üniversiteli olduğumdan-genç kısmına gelince, ben Rektörümüz Erkan İbiş'in yalancısıyım; o, öyle yazan bir mail atmıştı kayıtlar sırasında- yemek yapmaya fazla vakit bulamaz olmuştum. Bu hafta sonu canım şöyle sıcacık bir çorba istedi ama doyurucu ve pratik de olmalıydı. O yüzden, hazır mantıyı çok aldığımız bir seferinde dondurucuya kaldırdığım kısmı aklıma geldi. Bilen bilir, mantı suyundan harika çorbalar çıkarılabilir. Dolayısıyla mantının kendisinden de. Aşure zamanı diye her yerde konserve nohut, fasulye ucuzlamışken, bari onlardan da alalım demiştik. Aşure yapacağımdan değil, fırsatçı bir tüketici olduğumdan. Neyse lafı uzatmayalım, çorbanın tarifini vereyim. Akşama yemek niyetine yapan olur belki.

Malzeme listesi:
1. Bir su bardağı mümkünse küçük bükülmüş mantı(benimkiler öyle değildi, her biri bir kaşık oldu)
2. Bir bardak haşlanmış nohut
3. Bir litre su

Terbiyesi için:
1. Bir yumurta sarısı
2. Dört kaşık yoğurt
3. Silme iki kaşık un

Sosu için:
1. Bir küçük soğan
2. Bir-iki diş sarımsak
3. Bir kaşık salça(ben acı biberli salça kullandım)
4. Nane
5. Bir kaşık tereyağı
Servis ederken üzerine limon ve maydanoz (isteğe bağlı)

Önce bir litre suyu tencereye alıp kaynatıyoruz. Sonra içine mantıları atıp pişiriyoruz. Nohutları da ekleyip bir taşım daha kaynattıktan sonra, diğer yanda malzemelerini iyice çırpıp krema haline getirdiğimiz terbiyeye biraz su ekliyoruz. Üstüne kaynayan suyumuzdan yarım kepçe ilave edip iyice karıştırıp bunu tencereye döküyoruz. Bu aşamanın esprisi çorbanın hep hareket halinde olmasıdır yani kolumuza kuvvet kaynayana kadar karıştıracağız. Çorbanın kıvamı bu aşamada kendini belli eder. Çok koyu olduysa kaynar su ekleyebilirsiniz.

Sosu başka bir gözde pişirip bu son aşamada çorbaya dahil ediyorum. Ama dilerseniz bunu örneğin çorbayı bugün yaptınız ama yarın yiyecekseniz, son anda yapıp üzerine dökebilirsiniz. Taze kavrulmuş soğan-sarımsak kokusu sevenler için böylesi daha makbul oluyor. Belki içinde mantı olduğundan, mantı yemeğiyle benzerlik oluyordur. Bilmem?

Benimki görüntü olarak şöyle bir şey oldu. Bir kasesi öğlen yemeğini atlatmaya rahat rahat yetiyor. Pişirdiyseniz afiyet olsun! Amanin kaçtım ben, Pazartesi Homeros Destanları sınavım var.




Bambolika in another Kitchen
16.11.2013


28 Eylül 2013 Cumartesi

BOĞALAR DİLE GELSE

Boğa güreşlerindeki boğalar dile gelse acaba şöyle mi derlerdi?: "Hey dostum, o çaputla beni aldatma, sırtıma o mızrakları saplama, beni kırk kişi hırpalayıp sonra kılıçla işimi bitirmeyin, sıkıysa teker teker gelin, mertçe, benim gibi çıplak bedenle dövüşün!" Boğalar, insan fitneliğine akıl sır erdirebilseler zaten bu güreşler hiç olmazdı ya, neyse.
Benim derdim başka... Ben Avrupa Birliğinin bünyesinde, bunca insani ve hayvancıl yasa varken, bu güreşlere hâlâ nasıl izin veriliyor onun sorgulamasındayım? Elbette her şeyi kurumlardan bekleyemeyiz, insanların bu tarz ilkel eğlence anlayışlarına prim tanımaması da önemli.


BOĞA GÜREŞLERİ ve AB
Sosyal medya ile haşır neşir olan çoğumuz bu fotoğrafı görmüştür. Benim içinse son yıllarda gördüğüm en etkili resimdir. Resmin sözde öyküsünü okuyunca daha bir duygulandım. Matador bu boğa güreşi sırasında, boğanın gözlerindeki masumiyeti görüp yaptığı şeyden utanç duymuş. Bu işi yapmayı bırakmış ve boğa güreşlerine karşı bir aktivist olmuş. Adı: Alvaro Munera. Ne yazık ki başka kaynaklarda bunu yalanlayan haberler buldum.
Araştırdığımda boğa güreşi geleneğinin 1749'da İspanya'da bir boğa güreşi arenası inşa edilmesiyle başladığını öğreniyorum. Yıllarla seyircili ve kesin kuralları olan bir eğlence(!) olmuş. Elbette yanı sıra işverenleri, eğitimhaneleri, çalışanları ile bir sektör haline gelmiş. Başta İspanya olsa da Portekiz, Güney Fransa ve Latin Amerika'da boğa güreşleri halen düzenlenmektedir.
Güney Amerika'yı bilmiyorum ama günümüzde birçok insan bu güreşleri çok hunharca buluyorken, AB sınırları içinde hâlâ nasıl bu zalimliğe izin veriliyor sorusu takılıyor beynime? Bu sorumun iki yönlü bir yanıtı var. Güreşlerin gelenekselleşmiş bir ritüel olması ve turizme hatırı sayılır bir katkı yapmasından, dolaylı da olsa AB'nin destek verdiğini duyunca küçük bir şaşkınlık geçiriyorum. Kendime gelince araştırmaya devam ediyorum. Oysa incelediğimde AB'nin, Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesini de onayladığını gördüm. Buna göre:

"AVRUPA’DA HAYVAN HAKLARI, HAYVANLARIN KORUNMASI VE HAYVAN REFAHI İLE İLGİLİ YASAL ZEMİN
Hayvan hakları konusunda uluslararası düzeydeki en önemli metin, Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi’dir. Beyanname 15 Ekim 1978 tarihinde Paris’teki Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Merkezinde törenle ilan edilmiştir.
Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi, yaşayan bütün canlıların doğal haklara sahip olduğunun ve insanoğlu tarafından hayvanlara saygı gösterilmesinin, bir insanın bir diğerine gösterdiği saygıdan ayrı tutulamayacağının altını çizmektedir. Bu bağlamda, hayvanlara kötü muamele edilemeyeceği veya zalimane davranışlarda bulunulamayacağı, eğer bir hayvanın öldürülmesi gerekiyorsa, bunun bir anda, acısız ve korku yaratmaksızın yapılması gerektiği, bir insanın desteğine ihtiyaç duyan her hayvanın uygun beslenme ve bakımı görme hakkına sahip olduğu, hayvanlar üzerine yapılan fiziksel ya da psikolojik acı çekmeye sebep olan deneylerin hayvanların haklarının ihlali olduğu, vahşi hayvanların da yaşama hakkına ve kendi doğal çevrelerinde özgürce üreme hakkına sahip olduğu, ölü bir hayvana bile saygıyla davranılması gerektiği, hayvanların kendilerine özgü yasal statüleri ve haklarının hukuk tarafından tanınmak zorunda olduğu, hayvanların güvenliğinin koruma altına alınmasının devlet örgütleri düzeyinde temsil edilmesi gerektiği vb. gibi hayvan haklarına ilişkin temel ilkeleri ortaya koymaktadır.
Beyanname bu alandaki önemli adımlardan birisi olsa da, ilanından önce Avrupa’da hayvanların korunmasına ilişkin bazı ortak çabalar ortaya konmuştur. Uygulama alanı itibariyle daha geniş kapsamlı bir politika oluşturmak adına, bir bölümü Beyannamenin ilanından önce olmak üzere, Avrupa Konseyi tarafından çeşitli sözleşmeler imzaya açılmıştır..."  bilgisine ulaşıyorum. Peki boğalar bu "hayvan" kategorisine girmiyor mu acaba?

Zaten güreş denilen şey, iki birbirine yakın güç arasında olmaz mı? İnsan insana güreşilirken bile kiloların denk olması gerekirken, neyin içinde olduğunun farkında bile olmayan bir boğa ile güreşmek(!), insani bir davranış olarak algılanabilir mi? Hele de hayvanı aldatmalar, sırtına diri diri şiş saplamalar, bence hayvansever bile olmak gerekmiyor bu mezalimi görmek için.

Dileyenler youtube gibi kaynaklardan boğa güreşlerini izleyebilir. Elbette yürekleri buna dayanabilirse...

Bambolika
28.09.2013


21 Eylül 2013 Cumartesi

Bensiz Sen





Günlerce gecelerce yazsam, bu kadar güzel diyemezdim bunu.
Zaten Üstat demiş, bana sizlerle paylaşması kaldı.

Hanife
21.09.2013

22 Ağustos 2013 Perşembe

Eleştirinin Geldiği Son Nokta

Eleştirmen-Değerlendirmen ve Berikiler





Aslında eskiden eleştiri ve değerlendirme yazılarını biraz anlamsız bulduğumu, yeri gelmişken itiraf edeyim. Elbette bunun cahillikle epey ilintisi var. Bir de eğitim sistemimizin katkısı... Yapılacaklar belliydi; klasik eserler ve benzerleri iyiydi ve okunmalıydı. Bu da bir çıkış noktası olarak fena değildi ama esas işin keyifli ve keşifli yanını es geçiyordu.
Klasiklerden farklı olan ve zamanla onlarla aynı sınıfa girebilecek eserlere ulaşabilmek için anladım ki eleştiri ve değerlendirme hatta iyi yazılmış tanıtım yazıları bile çok gerekliymiş. Çünkü artık kitap çok, vakit ve nakit azdı.
Eleştirmen ve değerlendirmenler(yeni sözcük türettim, umarım tutulur, tutun bu sözcüğü lütfen, sayın okurlar!), okuma serüvenimizde bize kılavuzluk ederler. Harita olurlar, bazen doğrudan elimizi tutan rehber... Bazen de serseri bir denizci gibi sadece maceralarını anlatırlar, okurun kendisi bunun içinden istediğini seçer alır.
Bu işin edebiyatın vazgeçilmezi olduğunu en öznel olanın, ben kendim için değerlendirme yapıyorum, yönlendirme, bilgilendirme yapmıyorum, yapmak istemiyorum diyeninin bile, bir kitabı seçerken okur üzerinde bir şekilde etkili olabilmesinden anlayabiliriz. Hatta ben en çok bu tarz samimiyeti severim. Arkadaşların birbirine, birbirlerini tanıdıklarından olsa gerek, kitap hakkında verdikleri küçük sufleler gibi olanı... Benim Adım Kırmızı(Orhan Pamuk)'yı alıp okumam, arkadaş çevremden birilerinin, kitapta o zamanlar ilgimi çeken minyatür ve bezeme sanatıyla ilgili şeyler olduğunu söyleyince gerçekleşti.
Eleştirmen ve değerlendirmenler üzerine yazmak istemem, son zamanlarda bir yazar kadın üzerine birçok değerlendirme, eleştiri, makale ve deneme diyebileceğim yazıları karşılaştırma şansı bulduğumda yaşadığım, bir nevi hayal kırıklığıyla oldu.
Baktım ki gerçekten her yiğidin yoğurt yeyişi ayrı. Eskiden beynimde oluşmuş eleştirmen, değerlendirmen imgelerine eklemeler, çıkarmalar yaptım. Klavyenin başına oturdum, sınıflandırmaya geçtim. Her alanda olduğu gibi bu alanda da sınıflar var, olmaz mı?
Kendimce bu işleri özellikle profesyonelce yapanları ikiye ayırdım: eleştirmen ve değerlendirmen. Değerlendirmen sözcüğü böylece türedi. İkisinin de son ekleri eril duruyor. Bu çevreler de epey eril gördüğüm kadarıyla. Önce bu değerlendirmen dediğimizi ele alırsak, sayfalarca, üşenmeden elindeki eserin niteliklerini anlatıp durur. Orada yazılanları kendi özgün ve bazen daha bilimsel, sanatsal sözcükleriyle bize yeniden verir. Yani eseri anlamamızı, üzerinde derinleşmemizi ve yoğunlaşmamızı sağlar. Tek sıkıntısı bazen gerçekten kendi yazdıklarının eserin edebi değerini aşması gibi bir risk ortaya çıkmasıdır. Bu en çok nitelikleri vasat bir eseri değerlendirirken oluyor. Bu türden yazıları önceden okuyup sonra anılan kitabı okuduğumda, değerlendirmeni okuyup kitabı okumayabilirmişim duygusuna kapıldığım olmuştur. Sadece bir duygu tabii...
Eleştirmenin işi biraz daha zordur. O gerekirse eserin eksik yönlerine de değinecektir ve hatta nasıl daha iyi yazılabilirdi diye yazara ayar verecektir. Yani niyeyse ona daha nesnel ve bilimsel bir rol biçtim ben. İşin doğası gereği eleştirmen ile değerlendirmenin çoklukla yolları kesişir. Fakat değerlendirmen bir akılılık edip sadece beğendiği eserleri ele alabilir. Klasikleşmiş, kült kitaplar her zaman üzerine yazılabilecek, olumlu değerlendirilmesinde hiç beis olmayacak eserlerdir. Tarih onları seçmiş, ayıklamış ve elimize vermiştir zaten. Onların edebi niteliğini aşmak gibi bir risk ise zaten yoktur. Yani bu işi sevdim ben, bu yola girebilirim bir gün. Çünkü aksi durumda olumsuzlukları görmek ve bunu olgun, dönüştürücü bir dille ifade etmek, her babayiğidin harcı değildir. Gördüğünüz gibi, ben şu anda eril bir dil kullanarak kendi feminist olmasını istediğim terminolojimi zora sokuyorum.
Bu işleri ciddiyetle yapanların dışında kalan amatörler, yağdanlıklar, iyi niyetli heveskârlar, bilmişler, sığlar, emeklilik hobisi olarak görenler, eş dost alış verişte görsüncüler, o yazmış benim neyim eksik diyen haset kumkumaları, param var, sözümü dinletirim diyenler, o benim yazdıklarıma değerlendirme yazmış, borcumu ödeyeyimciler diye giden epey kabarık bir liste var elimde. Bu tarz olanların bazılarını yine de okumayı severim. Çünkü onlar istemeden bazen eser hakkında bana gerekli ipucunu verebilirler. Bir de bu edebi kişiliklerin genellikle yazar olmak gibi ulvi bir idealleri ve kendilerine göre kriterleri vardır. İşte o kriterleri satır aralarında bulur bulur eğlenirim. Eskiden kızardım ama şimdi en büyük keyiflerimden oldu.
Fakat bu say say bitiremeyeceğim niteliktekiler, belki bir şekilde şeytanın bacağını kırıp bana göre iyi eleştirmen veya değerlendirmen olamaz mı? Olur elbet. Niye olmasın? Sonuçta niteliği, birikimi ve niyeti ne olursa olsun, emek verilen şeye, emekten dolayı saygılıyız, evvel Allah.
Bu arada, bu arenada bana göre üzücü şeyler olabiliyormuş. Tanıtım yazılarıyla ilgili şöyle bir şey duymuştum: Bir yayınevinde editörseniz, aslında iyi bir eleştirmen bile olsanız, normalde kalem oynatmayacağınız eserleri tanıtmanız(övmeniz) gerekebiliyormuş. O tür yazıları gördüğümde hep içim acır, anlarım ki işini korumak isteyen birisi tarafından yazılmıştır. Gazeteler ve dergilere de bu türden "sipariş değerlendirmeler" yazıldığını herkes biliyor. Bu durum ne yazık ki, parayı veren, bize akortsuz düdüğünü dinletir düşüncesine itiyor beni. Her alanda olduğu gibi bu "piyasa"ya dadanmış bu illetten kurtulmak için, bilinçli okura çok gereksinim var. Ama işte, kılavuzu karga olanın... atasözüne döndük mü gene?
Lakin vaktiyle yine, deneyim dediğimiz yaşadığımız olumsuzluklar aslında, demiş birileri. Kötü kitaplar da elimizden geçecek ki iyisinin değeri ortaya çıksın. Bazı kitapların görevi belki budur; mihenk taşı olmak.

Bambolika
20. 08. 2013

Önemsiz Not: Bu yazının hiçbir edebi veya bilimsel iddiası olmayıp sadece iç konuşmalarımdan dışa yansıyan bir kesittir. Daha uzundu; sizleri ve belki de kendimi sıkmamak için düşüncelerimin dışarı uzanan kısımlarını, saçlarım gibi kısa kesiyorum artık.

16 Ağustos 2013 Cuma

Fasulye Turşusu Kavurması



Bu sabah Yıldız İlhan'ın Trabzon seyahatinde turşu kavurması yediğini ve beğendiğini öğrenince, durur muyum, öğlen acıkınca hemen, evde geçenlerde kurup buzdolabında özenle muhafaza ettiğim(başka bir arkadaşa sözüm var çünkü) turşumdan kavurdum. Gerçi anneannemden kalan bir alışkanlıkla fasulyeleri çok haşlamışım, kavururken dağılıyor biraz ama tadı çok iyi oldu. Bu tadı elde etmek için küçük bir hilem var. Belki sizlerle paylaşırım. Bakalım. Bütün mutfak sırlarımı paylaşmak istemiyorum aslında. Şefin gizli tüyoları tribine girdim kendi kendime, haydi hayırlısı!

Karadeniz yemekleri hele de Trabzon bölgesininkiler şipşak yapılıp yenebilsin diye tasarlanmıştır. Mutfak kültürümüz kendinden fast fooddur. Sanayileşme ve modernleşme sonrası olmuş bir şey değildir. Bölge kadını kendiliğinden mekanik bir işçi gibi çalıştığından, kısıtlı kaynaklarla bu yemek türlerini bulmuş ve geliştirmiştir. Şimdi turşuyu küçük pet şişelerde kuruyor, kolayca oraya buraya transfer edebiliyorlar. Çünkü bizim insanın yarı göçer hayatı hiç bitmez. Köy-mezire-yayla göçü üçlemesine, bir de şehir hatta yurt dışı şehirler eklenmiştir. Alamancısı, Fransalısı boldur memleketin. Bu şekilde memleket fasulyesinden yapılan turşuyu, ta Avrupa'ya kolaylıkla götürebilmektedirler.

Fasulye turşusu kavurmak için en elzem üç şey:

1. Fasulye turşusu, (kişi başı bir yemek tabağı)
2. Zagoda(soğan otu, Alm. Schnittlauch)
3. Tereyağı
Sonradan soğan, domates, hatta salça eklenmeye başlamıştır. Bunlar takdir edersiniz ki, dışarı ile ticaret ve iletişimin artmasıyla olmuştur. Domates ve hatta baş soğan bile bizim oralarda kendiliğinden yetişmez. Yetiştirmeye çalışınca epey emek ister. Günümüzde yağmurdan etkilenmesin diye domatesin üstüne muşamba geriliyor gözlemlediğim kadarıyla.



Tereyağı veya sıvı yağı veya her ikisinden oluşturduğumuz karışımı bir tavaya alıyoruz. Üzerine bir soğan doğruyoruz. Bir domates, zagoda ve isteğe bağlı olarak yarım kaşık salça ekliyoruz. Beş dakika kadar yani soğanlar yumuşayana kadar kavuruyoruz. Sonra fasulye turşusunu ekliyoruz. Turşuyu tadın, eğer çok tuzlu ise suda bekletip tuzunu almak gerekebilir. Tansiyon hastalarını da düşünün. Her şeyi ben mi düşüneyim, değil mi efendim ama?

Sonuçta karışık görünümlü ama lezzetli bu tat elde ediliyor.




Afiyet olsun. Turşu kurma olayını daha geniş zamanlarda ekleyeceğim. Şimdilik hazır malzeme ile idare edelim. Çünkü daha çamaşır asacağım. Ütü de var. Yani yerel damarım kabardığından, tarif ekledim, yoksa hiç de bol vaktim yoktu bugün. Dinlenirken, boş durmayayım dedim. Bizim oranın kadınları bilgisayarda yazmayı işten saymazlar. Öyle çalışkandırlar... Gerçi aynı şeyi erkek yapınca işten sayarlar, pardon!

Bambolika in the Kitchen
16.08.2013





31 Temmuz 2013 Çarşamba

Makarna Margerita

Spagetti yani kıymalı makarnaya vejeteryan hatta vegan bir alternatif üretmek adına sizler için, nasıl etsiz pizza varsa, etsiz ama zengin soslu makarna icat ettim. Yıllarca çok uğraştım ve başardım. (yalanım batsın ama makarna güzel, idare edin)

Niyeyse benim aklım evdeki malzemeler kıt olunca daha güzel çalışır, mucit ruhum ışıldar. Cimri değilim asla, ama idareliyim. Şimdi gidip kıyma al, çubuk makarna al! Canın spagetti çekti; pişir. Kim uğraşacak? Daha önemli işlerim var benim. Facebook'ta kampanyalar bekler, twitter'da hashtag çalışmalarım aksar sonra. Sosyalin kralıçasıyım, evvel Allah. Lakin bir de vergi alabilsem iyiydi. Kendime yeni üniversite kazandım, sonbaharda başlayacağım. Eski kazandığım yetmemeye başlamıştı. Lakin okumaya yetecek gelir yok! Sosyal medyaya verdiğim mesai para olarak dönse iyiydi. Direk yemek, giysi olarak da kabul edilir. Ha istenirse kitap da olur.

Geyiği bırakalım. Benim öğrenci maceralarım bitmez.
Makarna Margarita, adının zerafetinden de anlaşılacağı üzre bir makarna türü olup evde bulunan her makarna ile olur.

Malzemeler:
1. Evde ne varsa türü makarnadan yine varsa bir tam paket(1/2 kg eder evet, bilmiş okur var bir tane şurda, sus bi sen!)
2. Sosumuza gerekli, vegansanız bazısı gereksiz olabilecek malzemeler.
   2.1. Tereyağı, mısır özü, fındık yağı(anladığınız üzre kısaca yağ dediğimizden)
   2.2. Bir iri baş soğan( büyük soğan yani, gidip kurbağa yavrusu bulmaya kalkmayın)
   2.3. Üç dört sivri biber
   2.4. Dört olgun ve de dolgun kırmızı domates( icat çıkardılar koyu, morumsu, siyahımsı domatesler var, onlar olmaz, rengi tutmaz deyim ben size)
   2.5. Üç diş sarımsak ve bir baş parmak boyutunda zencefil, bunlar aynı maddede çünkü küçük rende ile rendelenecek
   2.6. Baharatlar, Akdeniz baharatı denen bir karışım var, onu kullanıyorum ben. Ha bir de sosa taze reyhan yaprağı çok yakışıyor. Ben de kuru vardı onu kullandım. Himalaya tuzuna da geçtim, ayıptır söylemesi ama oğlum dalga geçiyor. Sonuçta Nacl işte diyor.
   2.7. İki kaşık salça, domates + biber güzel oluyor. Deneyler o yönde...

Makarnayı haşlayın. Al dente olsun. Yalan, öyle sevmez Türkiyeliler. Adam gibi pişirin. Löp löp çiğnemeden gitsin. Al dente İtalyanca dişe gelir sertlikte manasındadır. Hava olsun diye yazdım. Yoksa öylesini çok sevdiğimden değil. Pişmiş makarnayı süzüp azcık yağlıyoruz.

Sosu için bütün malzemeleri küçük küçük doğruyoruz. Sos tencereciğine(benim böyle, sevimli bir tencerem var bu iş için) önce birkaç kaşık yağ koyuyoruz ve soğan, biber, domates, sarımsak ve zencefil ve salçayı ekleyip biberler dişe gelip ancak pişmişse sosu ocaktan indiriyoruz.

Makarnayı tabağa alıp, üzerine bu sosu gezdirdik miydi, offf. İki tabak yeniyor. Ben yedim demin. Ordan biliyorum. Hah, ben biraz proteince zenginleşsin diye kaşar ve beyaz peynir de serperek yedim. Tamam tamam, beyaz peynir kaç haftadır dolaptaydı, atılmasın diye... İtiraf ettiriyorsunuz her şeyi. İşte böyle oldu:


Bambolika in the Kitchen
31.07. 2013


29 Temmuz 2013 Pazartesi

Mantarlı Dana Sote



                                                                 Kukuvaka

Yeşil mercimek salatasının yarattığı infial- elbette bana göre- üzerine ciddi şımardığımdan olsa gerek, epeydir bloğuma yeni yemek tarifi girmeyince, okurlarım aç kaldı, hemen bir yemek yapıp tarifini yazayım endişesine kapıldım. Belki de hep yeşil mercimek yiyorlardır, yazıktır, bile dedim, ne yalan söyleyeyim.

Yalnız benim ev ahalisi ne yazık ki etobur. Mercimek salatasının adı salata diye, yemeğin yanına garnitür sanıyorlar. Her neyse, bu etoburların küçüğü mantarlı et soteyi çok sever. Bugün onun gönlünü yapasım geldi.

Tedarik edilecek malzemelerimiz şunlardır: 

1. 1/2 kg dana sotelik et
2. 1/2 kg çiftlik mantarı(Of-Çaykara civarında buna kukuvaka derler)
3. Bir büyük baş soğan, üç-dört sivri biber, üç olgun domates, üç-dört diş sarımsak, bir havuç
4. İki kaşık salça
5. Baharatlar ve bir defne yaprağı
6. Mantarlar ayıklandıktan sonra kararmasın diye un, bir limon suyu ve sulu karışım.

Eti kuşbaşı doğrayıp az yağ eklediğimiz tenceremize alıyoruz. Bir süre böyle et suyunu salıp yeniden toplayana kadar pişiriyoruz. Bu işlemi yaparken önce harlı ateş sonra düşük ateş kullanıyoruz. Zaman zaman karıştırmayı ihmal etmiyoruz. Bu şekilde yirmi dakika kadar pişiririm ben. Yemeklik doğradığımız soğan ve ince kıyılmış sarımsağı ekliyoruz sonra. Sırasıyla küçük küçük doğranmış havuç, biber ve en sonda domatesleri ekliyoruz.

Mantarları güzelce soyduktan sonra kuşbaşı büyüklüğünde doğrayıp, önceden hazırladığımız bir limon suyu, iki kaşık un, bir litre kadar sudan oluşan karışımda bir süre bekletiyoruz. Böylece elimizde akça pakça mantarlarımız oluyor. Süzüp soğuk sudan geçirerek onları da pişmekte olan yemeğe ekliyoruz.Salçayı da ekledikten sonra bir süre harmanlanıp pişiyor. Mantarın suyu yemeğin suyuna geçince sıcak su ekleyerek istediğimiz yoğunlukta bir yemek elde edebiliriz. Ben sulu sevmem. Bazen domatesler çok suluysa su bile eklemek gerekmeyebiliyor. Gerektiğini düşünüyorsanız sıcak su eklerseniz daha iyi olur. Defne yaprağı  ve baharatları(kara biber, kimyon, pul biber, kekik ekledim ben) da yemeğe serptikten sonra kapağını kapatıp, havuçlar yumuşayana kadar pişiriniz. Bilenler bilir bu havuç, etten bile inatçı olabiliyor.

Yanına pirinç pilavı da yapınca, yaklaşık olarak şöyle bir tabağınız olur:


 Domates kabuğundan gül de benden hediyesidir.

Not: Aynı tarifi , kuzu, tavuk, hindi eti ile denedim. Elinizi korkak alıştırmayın, hepsiyle güzel oluyor. Özellikle tavukla daha kısa sürede pişiyor elbette.

Afiyet şeker olsun.

Bambolika in the Kitchen
29.07.2013





28 Haziran 2013 Cuma

Kuymak


Bizim evde peynir işlerine koca kişisi bakar. Kendisi bir kaza sonucu iş göremez raporu alınca, peynir almak ve türüne karar vermek bana kaldı. En son markete gittiğimde gözüme çarpan tel peynirini satın aldım. Normal yemesi de güzeldir ama kuymağa en çok yakışan peynirlerden biridir.

Uzun süre karnınızı tok tutan, kalori bombası bir Karadeniz yöresel yemeğidir, kuymak. Çayır biçme zamanı vazgeçilmezdir. Çünkü tırpanla veya orakla ot biçmek çok enerji gerektirir. Kuymakta da bu bolca bulunur.

Kuymak için dört element gerekir. Öyle ahım şahım zorluğu yoktur. Dört kişi için tahminen:

1. Üç dört kaşık tereyağı, biraz çiçek yağı da eklerim ben
2. Beş altı kaşık mısır unu, benimki organik yani memleketten, uzun süre kurtlanmadan dayanabilsin diye buzdolabında tutuyorum.
3. Bir kase kadar peynir, tel peyniri, kaşar, eski kaşar, Kars kaşarı, hepsiyle olur. Ayrıca peynirlerden harman yapınca daha lezzetli oluyor.
4. Bir çimdik tuz, bu peynirlerin tuzuna göre ayarlanır.

Yağımızı bakır sahana veya günümüzde teflon sahana alıyoruz. Ocağa oturttuğumuzda yağ eriyince, unu ekleyip kavrulmuş un kokusu elde edene kadar veya unun rengi dönene kadar kavuruyoruz. Bu aşamada yağa göre un ekleniyor aslında, karışım çok kuru ya da çok sulu olmazsa en iyisidir. Sonra üzerine yaklaşık bir su bardağı soğuk su dökeriz. Çok koyu olursa sulandırılabilir henüz. Topakları kalmayana kadar karıştırırız. Yanardağ gibi patlamalar oluşmaya başlayınca peyniri ekleriz. Karıştırırız. Sakız gibi olur karışım. Böylece pişmeye devam eder. Ben dibini kızarmış severim. O noktaya kadar pişirmeye devam ederim ki bütün pişme süresi yarım saat kadardır.
Kalorilerini hesaplamaya girişmedim. Ama yöntem belli bana kalırsa...

Bu tarifte çok iddialı değilim. Yaptığım yeniyor ama daha güzel yapanları biliyorum. Önerilere açığım yani...

Afiyet Olsun!

22 Haziran 2013 Cumartesi

Ev yapımı Meyveli Yoğurt

Pratik yemek tarifleri vermişim vermesine ama tatlı tarifi hiç yok. O halde hemen ailecek bayıldığımız bir tatlı tarifi vereyim. Bu tarif için,

1. Ev yapımı yoğurt(yoksa el mecbur market yoğurdu)
2. Ev yapımı marmelat(ben iki kilo çilekten yapmıştım, hazır olanlarla da güzel oluyor ama tercihim kendi yaptığım)
3. Mısır gevreği türü çıtırdak bir şeyler, gerekiyor.

Yapılışı: Bir kase yoğurt için bir tepeleme çorba kaşığı marmelat gelecek şekilde dilediğimiz kadar hazırlayabiliriz. Üzerine ben şu diyet olan mısır gevreklerinden ekledim ve voilà:



Sanırım bundan daha az kalorili bir tatlı olmaz. Üstelik mide dostu. Bir de gece on civarı yediğim yoğurt uykuya dalma sorunumu bayağı azaltıyormuş. Bunu yakınlarda fark ettim. Biliyorum biraz geç oldu ama size hemen söylüyorum bakın. Belki size de iyi gelir.

1 kase yoğurt= yağlı 168, yarım yağlı 114 Kalori
20 gram marmelat= 60 kalori
mısır gevreği çok az ve diyet olduğundan tahminim 50 Kalori bile değildir.

Afiyet olsun, çocuklar hatta bebekler bile tüketebilir.

Bambolika in the Kitchen
22.06.2013







21 Haziran 2013 Cuma

Dar Vakitte Küpçük Patates





Bu sabah ev ahalisi, Dursun kedimiz başta olmak üzre banyodan gelen bir gürültüyle uyandık. Aslında bugün bitirdiğim elimdeki dosyayı ilgili kişiye gönderebileceğim için gece çok rahatlamıştım. Yürümek de istiyordum. Fakat koca kişisi banyoda kayıp küvette kaburgasını incitince, her şey değişti tabii. Boşuna dememişler sabah ola, hayır ola! Yatarken yapılan planlar bile işe yaramıyor.
Adam doktora gitmek istemedi, kaburga incinmesi teşhisini ben koydum. Dışarıdan belirgin bir morarma hatta şişme bile yok. Hayır tanıdığım kadarıyla öyle kolay ölecek cinsten de biri değildir. Yani sinsi bir iç kanama olması mümkün değildir. İnsan, karısından teşhis beklerse olacağı budur. Oğlu onu acile götürmeyi önerdi ama gitmedi.
Neyse, evde onun üstlendiği bir dizi iş de bana yıkılınca bugün epey yoğun oldu benim için. Şeytan azapta gerek misali, ne zaman sıkışsam böyle yazasım hatta tarif veresim geliyor. Bugün yaptığım işleri saysam sıkılırsınız. Fakat özellikle gençlerin çok seveceği bir tarifim var. Biraz önce yedik, şimdi sizlere yetiştireyim ki, akşam yemek yoksa hemen hazırlayıverin.

Malzemeler her evde olan cinsten, endişeye mahal yok.

1. Bir kilo patates
2. Üç-dört domates
3. Üç-dört yumurta
4. 200-250 Gram kadar kaşar, eski kaşar, parmesan, veya eriyen herhangi bir peynir rendesi
5. Ben katmadım ama isterseniz küçük doğranmış  sucuk, salam, sosis
6. Tuz ve zevke göre baharat
7. Yarım bardak sıvı yağ
8. Kızartmak için büyükçe tava

Öncelikle patatesleri soyup yıkadıktan sonra, gerçekten çok küçük küpler halinde doğruyoruz. Tahminen yüzeyleri 1 cm'dir.  Yağı tavaya ekleyip kızdırıyoruz. Devamında doğradığımız patatesleri yağa ekliyoruz. Bu arada şu kızartmalar için özel kevgir kapaklardan aldım, gerçekten işe yarıyor. Öneririm. Bu aşamada sık sık çevirin.


Patatesler bu hale gelip içlerinde çiğ olmadığını anladığımızda, rendelenmiş domateslerimizi ekliyoruz. Beş dakika kadar öylece pişince çırpılmış yumurtaları ve en sonda rendelenmiş peynirimizi ekliyoruz. Tuz ve baharat serpince hazırdır. Salam, sosis türü şeyleri yumurta ile aynı zamanda eklersek yetiyor. O zaman baharat koymamanız daha doğru olur.

Benim koca kişisi ayranı çok sever hemen yanına rondoda ayran çırptım. Bizim rondo yayık ayran gibi yapıyor yoğurdu, sağolsun.

Hemen deneyin.
Afiyet Olsun Canlar...

Bambolika in the Kitchen
21.06.2013

TV'de herkesin bu Gezi olayları sırasında yakinen tanıdığı meşhur hortum reklamı var. Valla, komik ve yaratık gibi, suyu kesince toplanıyor. Yılan gibi auvvv....



7 Haziran 2013 Cuma

Çapuldaşlara Bir Kahvaltı Önerisi


Sevgili Çapuldaşlarım,

Kafam bozuk, ne yöresel ne de uzun çaba sarf etmemi bekleyen yemek yapamıyorum. Fakat bu kolay ama lezzetli yemekler yapamayacağım anlamına gelmiyor. Zaten benim yemek olayında mottom: "Kolay ve düşük kalorili olsun" dur, hepinizin bildiği gibi. Bu arada sizlere ilginç bir haber vereyim: Türkiye ve bütün dünya benim yeşil mercimek salatasını beklermiş meğer(70 milyon bizi izliyor'un blog versiyonu:), tarifim neredeyse 1000 erişim almış gözüküyor. Ya da herkes vegan beslenmeye yöneliyor. Hayvanlar alemine katkılarımdan ötürü kendimi kutluyorum.

Bugün sizlere buzdolabında yaptığım detaylı araştırma ve keşifler sonucu elde ettiğim, iki yumurta, 50 gram kadar örgü peyniri, koca kişisinin tereyağından aşırdığım bir tatlı kaşığı kadar yağla hazırladığım çapulcu tarzı bir kahvaltı önerisi sunacağım.

Bu iş için bir piknik tüpü ve bir teflon sahan asgari gerekli olandır. En güzeli bakır tavadır tabii. Ama bu bakır tavalar her sene kalay istediğinden, dedem rahmetli olalı beri bizler teflona geçtik. Ben dedeme kalaycılıkta körüğü çevirerek asistanlık yapmış biriyim. Lehim nasıl yapılır, nişadır nasıl eklenir falan hepsini öğrendim. Yoksa kalaycılık işine mi girsem, işsizliğim malum, kronik...



Seramik alaşımlı tavalar varmış şimdi. Dedem görse ne düşünürdü acaba? Bütün bu malzemeler kullan at türünde olduğu ve dedemin bir biriktirici olduğu düşünülürse hoşlanmazdı bundan, atmaya kıyamayacağından daracık evde anakamla bir kavga sebebi daha çıkardı. Oy nerelere geldim. Yumurtamıza dönelim!

Tavayı az kızdırıp tereyağını ekliyoruz. O da kendini salınca ince doğradığımız örgü peyniri (3 milimetre kalınlıkta) tavaya ekliyoruz. İtiraf ediyorum bunun aslı Hellim peyniri ile olur ama evde ne varsa onunla daha iyi olur seçeneği, benim favorimdir. Peynirler kızarma belirtisi verince çeviriyoruz ve iki yumurtayı üzerine özenle kırıyoruz. Sarıları dağıtana çok kızarım, biline. Böylece beyazlar iyice pişene kadar gerekli özeni gösteriyoruz sahanımıza. Öyle bırakıp gitmek, ilgisiz komak gibi eylemselliklere gelemez bu tarif, ona göre.
Üzerine ben isot serptim.



Lütfen es geçilmesin, yanında diyet de olsa asgari bir dilim ekmek ister bu. Siz daha fazlasını yiyin, beni yoldan çıkarmayın da... Hah işte bu yumurtayı çapulcu tarzı yemek gerekir. Ekmek banarak, hem direk tavadan yiyeceğiz ki dibini sıyırması keyifli olsun. Haydin banın ekmeği... Afiyet olsun...

Bazı haddini bilmez çapulcular, bu tavalarla ayrıca isyan sesleri çıkarıp bazı çevreleri rahatsız ediyorlarmış diye duydum. Ben seslerin yalancısıyım :P

Kalori tablosu:
2  Yumurta= 160 Kal
1 tatlı kaşığı tereyağı=100 Kal
1 büyük dilim çavdar ekmeği= 100 Kal
50 gram örgü peyniri, az yağlı kaşar gibi hesapladım= 200 Kal
(Toplamasını da siz yapın bir zahmet!)

Toplanınca işte o kadar kalori aldım ve zamanlama olarak bu öğlen yemeği sayılacağı için üç saat sonra alacağım ara öğüne kadar eminim acıkma belirtisi göstermeyeceğim. Yanına dilediğiniz kadar ot alabilirsiniz. Ben bir küçük bağ kadar dereotu ve maydanoz yedim. Ayıptır söylemesi...

Bunlar da kendi binamızın bahçesinde özenle bakıp(gözlerimden başka bir organ kullanmadım ama yine de emek verdim denilebilir:) büyüttüğüm kirazlar: Ara öğünüm benim.
Sizleri seviyorum.


Bambolika near the Kitchen
07.06. 2013




NOT: Her öğün yenebilen nadide bir tarif olup kendinizi kahvaltıyla sınırlandırmayınız. Akşam oluyor, akşam yemeğine de gider ki!




5 Haziran 2013 Çarşamba

Çapuling Zamanları

Bir Çapulcunun Beklentileri: İNSAN HAKLARI

Şu günlerde yemek pişiremiyorum, derli toplu bir yazı da yazmayacağım, sadece başbakanımızın çapulcu dediklerinden biri olarak, kendi taleplerimi basitçe aktardığım bir Facebook durumumu sizlerle paylaşayım:


Ben bir çapulcu olarak çok şey istemiyorum. Öyle marjinal isteklerim ise hiç yok. Aklıma ilk gelenler:

1. Ülkemde bütün halklar kardeşçe yaşasın. Savaş olmasın. Gereken yapılsın.
2. Anayasa değişsin değişmesine ama insan hakları  temelinde birleşilsin, laiklik ilkesi hakkıyla korunsun ve yaşatılsın. Eskiden olduğu gibi sünnilik çaktırmadan resmi dinmiş gibi olmasın örneğin.
3. Seçim sisteminde %10 barajı gibi bir utanç var ya; o kalksın ki başbakanın "azınlık" diye küçümsediklerinin de sesi meclise yansısın, yansıyabilsin. Bu sistemle bir sürü küçük azınlık tek sese indirgeniyor. Hakları yeniyor. Azınlıklar da insandır, bkz 2. madde: insan hakları
4. Sosyal adalet, sosyal haklarla sağlansın, sadaka yöntemine itirazım var. Bu ülkenin bireyi olarak herkesin, iş güvencesi, sağlık hakkı, eğitim hakkı olmalıdır. Bunları insanlara sağlamak yönetimin temel görevidir. Bu görevleri ulufe dağıtmak gibi düşünenleri kınıyorum. Hizmet alan halk, hizmet veren devlettir.
5. Ha bir de başbakanın nüfus artırma politikalarını çok çirkin buluyorum. Herkes bunu insanları ucuz istihdam kapısı olarak görmesine bağlıyor ama o nedense güçlü Türkiye diyor buna. Evet güçlü Türkiye, sana güçlü, bana ne?

Geçenlerde Kızılay'da gazdan korunmak için yaptığım maskemle çekilmiş bir fotomu da ekleyeyim:



Bambolika on Çapuling

HANİFE TÜRKSEVEN-ANKARA




                              
10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü


İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ
   Önsöz
   İnsanlık topluluğunun bütün üyelerinde bulunan onurun; eşit ve başkasına aktarılamaz hakların tanınması, dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğu,

   İnsan haklarının tanınmaması ve hor görülmesi insanlık vicdanını isyana yönelten zorbalıklara yol açmış olduğu ve insanları korku ve yoksulluktan kurtulmuş, söz ve inanç özgürlüğüne kavuşmuş bir dünya kurulması insanoğlunun en yüksek ideali olarak ilan edilmesi olduğu,

   İnsanın baskıya, baskı yönetimine karşı son çözüm olarak ayaklanmak zorunda kalmaması için, insan haklarının bir hukuk düzeniyle korunması bir zorunluluk olduğu,

  Devletler arasında dostça ilişkilerin geliştirilmesi zorunlu olduğu,

   Birleşmiş Milletleri Halkları Antlaşma'da, insanın temel haklarına, insan kişiliğinin onur ve değerine, erkek ve kadınların eşitliğine olan inançlarını bir kez daha açıklamış oldukları ve toplumsal ilerlemeyi kolaylaştırmaya, daha geniş bir özgürlük içerisinde, daha iyi yaşam koşulları oluşturmaya karar verdiklerini bildirmiş bulundukları,

   Üye devletler, Birleşmiş Milletler örgütü ile işbirliği yaparak, insan haklarına ve temel özgürlüklere bütün dünyaca saygı gösterilmesinin sağlanmasını üstlenmiş oldukları,

   Bu hak ve özgürlüklerin herkesçe özdeş biçimde anlaşılması, yukarıdaki üstlenmenin yerine getirilmesi açısından çok büyük önem taşıdığı için,

   Genel Kurul

   Toplumun her bir birey ve her bir organının, bu Bildirge'yi her zaman göz önünde tutarak, söz konusu hak ve özgürlüklere saygıyı geliştirmek için eğitim ve öğretim yoluyla ve gerek üye devletlerin halkları arasında, gerek üye devletlerin yönetimi altındaki bölgelerin halkları arasında bu hak ve özgürlüklerin evrensel ve etkin biçimde benimsenmesi ve uygulaması için giderek gelişen ulusal ve uluslararası önlemler aracılığıyla harcayacağı çabalarda bütün halklar ve devletler için ortak standart olarak işbu Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi'ni ilan eder.

Madde 1: Bütün insanlar özgür; onur ve hakları yönünden eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşçe davranmalıdırlar.

Madde 2: Herkes, ırk, renk, cins, dil, din, siyasal ya da her hangi bir başka inanç, ulusal ya da toplumsal köken, varlıklılık, doğuş ya da herhangi bir başka ayrım gözetilmeksizin bu Bildirge'de açıklanan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir.
Bundan başka, ister bağımsız ülke uyruğu olsun, isterse bağımlı, özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke uyruğu olsun, bir kişi hakkında, uyruğu bulunduğu devlet ya da ülkenin siyasal, adli ya da uluslararası durumu bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir.

Madde 3:
 Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.

Madde 4: Hiç kimse köle ya da kul olarak kullanılamaz; kölelik ve köle alım satımı her türlü biçimiyle yasaktır.

Madde 5: Hiç kimse işkenceye ya da acımasız, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza ya da muameleye uğratılamaz.

Madde 6:
 Herkes, nerede olursa olsun, kişiliğinin tanınması hakkına sahiptir.

Madde 7: Yasa önünde herkes eşittir ve herkes ayrım gözetilmeksizin yasanın koruyuculuğundan eşit olarak yararlanma hakkını taşır. Herkesin, bu Bildirge'ye aykırı her türlü ayrıma ve bu tür ayrım gözetici işlemler için yapılacak her türlü kışkırtmaya karşı eşit korunma hakkı vardır.

Madde 8: Her kişinin, kendisine Anayasa ya da yasa ile tanınan temel haklara aykırı işlemlere karşı ilgili ulusal mahkemelerin etkin koruyucu önlemlerinden yararlanma hakkı vardır.

Madde 9:
 Hiç kimse, keyfi olarak tutuklanamaz, alıkonulamaz, sürülemez.

Madde 10: Herkes, haklarının ve ödevlerinin ya da kendisine yöneltilen ve ceza niteliği taşıyan herhangi bir suçlamanın saptanmasında, davanın bağımsız ve tarafsız bir mahkemece, tam bir eşitlikle, adil ve açık olarak görülmesi hakkına sahiptir.

Madde 11:
 (1) Bir suç işlemekten sanık herkes, savunması için kendisine gerekli bütün güvencenin sağlanmış bulunduğu açık bir yargılama ile yasaca suçlu olduğu saptanmadıkça, suçsuz sayılır.
(2) Hiç kimse, gerçekleştiği sırada ulusal ya da uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan eylem ya da ihmalden dolayı mahkum edilemez. Yine hiç kimseye, suçun işlendiği sırada uygulanan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.

Madde 12: Hiç kimse, özel yaşamı, ailesi, konutu ya da yazışması konularında keyfi müdahaleye, onuruna ve adına karşı saldırıya uğrayamaz. Herkesin, bu müdahale ve saldırılara karşı yasa ile korunmaya hakkı vardır.

Madde 13: (1) Herkes, herhangi bir devletin sınırları içinde özgürce dolaşma ve oturma hakkına sahiptir.
(2) Herkes, kendi ülkesi dahil herhangi bir ülkeden ayrılma ya da kendi ülkesine yeniden dönme hakkına sahiptir.

Madde 14: (1) Herkesin, zulüm karşısında, başka ülkelere sığınma hakkı vardır.
(2) Bu hak, adi bir suçla ya da Birleşmiş Milletler ilke ve amaçlarına aykırı eylemlerle ilgili kovuşturmalar halinde, ileri sürülemez.

Madde 15: (1) Herkesin bir yurttaşlığa hakkı vardır.
(2) Hiç kimse, yurttaşlığından ya da yurttaşlığını değiştirme hakkından keyfi bir biçimde yoksun bırakılamaz.

Madde 16: (1) Evlenme çağına gelen her erkek ve kadın, ırk, uyruk ya da din bakımından hiçbir sınırlamaya bağlı olmaksızın evlenme ve aile kurma hakkına sahiptir. Söz konusu kişiler, evlenme konusunda, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit haklara sahiptirler.
(2) Evlenme ancak, evleneceklerin özgür ve tam rızası ile gerçekleştirilebilir.
(3) Aile toplumun doğal ve temel öğesidir ve toplum ve devletçe korunur.

Madde 17: (1) Herkesin, tek başına ya da başkalarıyla birlikte mal ve mülk edinme hakkı vardır.
(2) Hiç kimse keyfi olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılamaz.

Madde 18: Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak din ya da inanç değiştirme; dinini ya da inancını tek başına ya da topluca, açık ya da özel olarak öğretim, uygulama, tapınma ve anma bağlamında açığa vurma özgürlüğünü içerir.

Madde 19: Herkesin düşün ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır; bu özgürlük düşüncelerinden dolayı rahatsız edilmemek, ülke sınırları söz konusu olmaksızın bilgi ve düşünceleri her araçta arama, elde etme ve yayma hakkını içerir.

Madde 20: (1) Herkesin barışcıl biçimde toplanma ve dernek kurma özgürlüğü vardır.
(2) Hiç kimse bir derneğe girmeğe zorlanamaz.

Madde 21: (1) Herkesin, doğrudan ya da özgürce seçilmiş kişiler aracılığıyla ülkesinin kamu yönetimine katılma hakkı vardır.
(2) Herkes ülkesinin kamu hizmetlerinden eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir.
(3) Halkın iradesi, hükümet erkinin temelidir; bu irade, gizli ya da buna denk bir yöntemle yapılacak ve genel ve eşit oy verme yoluyla gerçekleşecek olan dönemsel ve dürüst seçimle belirir.

Madde 22: Her kişinin, toplumun bir üyesi olarak, sosyal güvenliğe; onuru için ve kişiliğinin özgürce gelişmesi için zorunlu olan ekonomik, toplumsal ve kültürel hakların, ulusal çaba ve uluslararası işbirliği yoluyla ve her devletin örgütleriyle ve kaynaklarıyla orantılı olarak gerçekleştirilmesine hakkı vardır.

Madde 23: (1) Herkesin çalışmaya, işini özgürce seçmeye, adil ve elverişli çalışma koşullarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.
(2) Herkesin hiçbir ayrım gözetilmeksizin, eşit çalışma karşılığı eşit ücrete hakkı vardır.
(3) Çalışan herkesin, kendisine ve ailesine insanlık onuruna uygun bir yasayış sağlayan, gerekirse her türlü sosyal güvenlik araçlarıyla da desteklenen bir ücrete hakkı vardır.
(4) Herkesin, çıkarlarının korunması için başkaları ile birlikte sendika kurmaya ve kurulu bir sendikaya katılmaya hakkı vardır.

Madde 24: Herkesin, çalışma saatlerinin makul ölçüde sınırlandırılması ve belirli aralıklarla ücretli izin dahil olmak üzere, dinlenme ve boş zamanlarını değerlendirme hakkı vardır.

Madde 25: (1) Herkesin gerek kendisi, gerek ailesi için yiyecek, giyecek, konut, sağlıksal bakım, gerekli toplumsal hizmetler de içinde olmak üzere sağlığına ve esenliğine uygun bir yaşam düzeyine; işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılıkta ya da geçim olanaklarından kendi iradesi dışında yoksul kaldığı başka durumlarda, güvenliğe hakkı vardır.
(2) Analık ve çocukluk özel bakım ve yardım hakkı doğurur. Bütün çocuklar, ister evlilik içinde, ister evlilik dışında doğsunlar, eşit sosyal güvenlikten yararlanırlar.

Madde 26: (1) Herkesin eğitim hakkı vardır. Eğitim hiç olmazsa ilk ve temel eğitim evrelerinde parasız olmalıdır. İlk eğitim zorunludur. Teknik ve mesleki eğitimden herkes yararlanabilmeli ve yüksek öğretim, başarıya göre, herkese tam bir eşitlikle açık olmalıdır.
(2) Eğitim, insan kişiliğinin tam gelişmesini, insan haklarıyla temel özgürlüklere saygının güçlenmesini amaç olarak almalıdır. Eğitim bütün uluslar, ırklar ve dini topluluklar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu güçlendirmeli ve Birleşmiş Milletler'in barışın sürdürülmesi yolundaki çalışmalarını geliştirmelidir.
(3) Ana baba, çocuklarına verilecek eğitim türü için öncelikli seçme hakkına sahiptir.

Madde 27: (1) Herkes, toplumun kültürel etkinliklerine özgürce katılma, güzel sanatları tatma, bilim alanındaki ilerlemelerden ve bunların nimetlerinden yararlanma hakkına sahiptir.
(2) Herkesin, sahibi bulunduğu her türlü bilim, yazın ya da sanat yapıtlarından kaynaklanan ahlaki ve maddi çıkarlarının korunmasına hakkı vardır.

Madde 28: Herkesin, bu Bildirge'de yer alan hak ve özgürlüklerin tam olarak uygulanmasını sağlayacak bir toplumsal ve uluslararası düzene hakkı vardır.

Madde 29: (1) Herkesin, kişiliğinin özgürce ve tam gelişmesine olanak sağlayan topluluğa karşı ödevleri vardır.
(2) Herkes, haklarını kullanmak ya da özgürlüklerinden yararlanmak konusunda, salt başkalarının hak ve özgürlüklerinin tanınmasını ve bunlara saygı gösterilmesini sağlamak amacıyla ve demokratik bir toplumda törenin, düzenin ve genel esenliğin haklı gereklerini karşılamak için yasa ile saptanmış olan sınırlamalara bağlıdır.
(3) Bu hak ve özgürlükler, hiçbir biçimde, Birleşmiş Milletler'in amaç ve ilkelerine aykırı olarak kullanılamaz.

Madde 30: Bu Bildirge'nin hiçbir unsuru, içinde açıklanan hak ve özgürlüklerin bir devlet, topluluk ya da bireyce ortadan kaldırılmasını amaçlayan bir etkinlik ya da girişime hak verir biçimde yorumlanamaz.






30 Mayıs 2013 Perşembe

Yalancı Su Böreği



Uzun zamandır, verebildiğim son yarım kiloyu nasıl geri alırım diye dürtüklüyordu sanki içimden bir ses. Yenilmeyecektim ama gene de bir şeyler yapsam iyi olur diye düşündüm. İşte bu saikle yalancı su böreği yapayım bari dedim. Dışarıdan satın almaya kalksam gereğinden fazla yağlı olacaktı, evde gerçek su böreği açacak marifet bende yok. Birkaç kere çiğ börek açmışlığım var, o da koca kişisinin yardımıyla. Tabak büyüklüğüne gelince, elimle çekiştirmiştim.

Olabildiğince sade bir börek olup su böreğine de benzemesi çabası ile, internetteki bütün börek başlığındaki site ve blogları hatta forumları sörfledim. Sonunda şu malzemelerle böreği yaptım:

1. 5 Yufka
2. 1/2 Kilo lor peyniri
3. Yaprak aralarına sürmek için, 2 yumurta, yarım su bardağı çiçek yağı ve yarım bardak süt çırpılacak.
4. Bir şişe maden suyu
5. İsteğe göre susam ve/ya çörek otu

Yufkaları ikiye böldüm. Bir sıra yufka üzerine karışım ve lor eke eke dizdim. Her sıraya eskiden annemlerin yaptığı gibi  peynir koydum. Zaten bu şekilde yapmanın daha çok lezzet verdiğini de bazı forumlarda okumuştum. AAhh emek, ah emek; sevgi emektir, lezzet emektir... Gider bu...

Son yarım yaprağın üzerine kalan karışımı iyice sürdüm. Sonra bir porsiyon olabilecek gibi böreği dilimledim. Üzerine maden suyunu her yere eşit dökmeye özen göstererek gezdirdim. Susam ve çörek otu serpiştirip buzdolabına attım.

Bir saat buzdolabında bekleyen böreği 180-190 derecede yaklaşık kırk dakikada pişirdim. Sonuç aşağıdaki gibi oldu. Kalorisi bu kadar azaltılabildi ancak.

Voilà, az kalorili yalancı su böreğiniz.




Daha kesip tadına bile bakmadan sizler için bloğa ekledim. Mucize beklemiyorum ama güzel olmuştur yine de. Benim gibi kalori hesabınız yoksa lor peynirini, beyaz peynir ve kaşar olarak karıştırabilirsiniz. Yağ olarak tereyağını eriterek sürmek için hazırladığımız karışıma ekleyebilirsiniz. Dedim ya seçenekler artırılılabilir... Zevkinize ve hayal gücünüze kalmış.





Bambolika in the Kitchen (ne yazık ki yine)
30. 05.2013







28 Mayıs 2013 Salı

Fırın Poşetinde Tavuk İncik



Bir gün "Ah, bizim gençliğimizde yoktu böyle kolaylıklar!" diyen kayınvalidemin bu manidar cümlesini tekrar edeceğimi söyleselerdi, inanmaz, terslenirdim bile. Biraz şimdikileri küçümseme sezerdim ben bu cümlede. Zaten benim durumumu anlamasını bekleyemezdim ya... Bir yandan üniversitede öğrenci, bir yandan anne, bir yandan dört dörtlük ev kadını olmak zorunda kaldığım, yaşam enerjisi olarak keseden yediğim günleri anımsadım da... Fırın poşeti türünden kolaylıklar o zaman olsaydı, şimdi daha az yorgun hissederdim diye düşünüyorum.

Fırın poşeti öyle güzel bir icat ki, evde ne varsa, sebze ve/ya et, soslayıp içine doldur, pişir, nefis oluyor.

Bu sefer tavuk incik ve patatesle hazırladım fırın poşetini. İncik, derisi alınmış olduğundan daha düşük kalori verir diye düşündüm.

Malzemeler:

1. Bir kilo tavuk incik (kuzu incik de olabilir)
2. Bir kilo patates
3. Birkaç sivri biber
4. Bir veya zevke göre daha fazla havuç
5. Bir fırın poşeti
Eh, fırın da gerekir haliyle ama onu anlamışsınızdır. Yalnız öğrenci evinde olmayabilir fırın. Evli ve çocuklu olup üniversite bitirebilmiş bendenizden öneridir, alsınlar, bu pratik tarifle mucizeler yaratsınlar.

Sosu için: 

1. İki kaşık yoğurt
2. Bir kaşık salça, ben yarımını domates yarımını biber salçası olarak karıştırıyorum.
3. Bir-iki diş ince rendelenmiş veya dövülmüş sarımsak (Almanların bize   Knoblauchfresser-Sarımsak Otlayanlar- dediği kadar varım; her şeye sarımsak, her şeye...)
4. Birkaç kaşık limon suyu
5. Bir çay kaşığından az ve tatlı kaşığından çok olmamak kaydıyla, kekik, karabiber, pul biber, kimyon, biberiye, ayrıca taze zencefil; fındık büyüklüğünde ince rendelenmiş, bir defne yaprağı ve tuz.
6. Yarım çay bardağı kadar sıvı yağ.



Sanırım bu sosun marifetiyle şu anda mis gibi koku geliyor mutfaktan. Verdiğim sos malzemelerini iyice karıştırın; fotoğrafta görüldüğü gibi bir kremanız olacaktır. Onu tavuk, elma dilimi şeklinde doğranmış patates, halka doğranmış havuç ve zevke göre doğranmış biberlerle güzelce harmanlayın.



Sonra bütün karıştırdıklarınızı fırın poşetine doldurun. Ağzını poşetlerle satılan tellerden biriyle kapatın. Böyle sosla bekletenler var. Ben bekletmeden fırına sürüyorum. Önceden ısıtılmış 180-200 derecelik fırında 45 dakika ile bir saat arasında pişmiş olur. Son 15 dakika takip edin. Zaten kızarma belirtileri verecektir. Sonra poşeti yandaki şekilde benim kesmiş olduğum gibi kesip yemeği servis edin.

Yanına cacık güzel gider. Gene sarımsak, özür...



ÖNEMLİ NOT: Poşeti fırına sürmeden bıçağın ucuyla birkaç yerini delin ki, pişme esnasında patlamasın!

Bambolika in the Kitchen
28. 05. 2013


Dün aynı sosla bütün tavuk pişirdim. Voilà! Tadı da harika oldu. Biraz daha fazla pişirmeliyiz tabii.




21 Mayıs 2013 Salı

Karnıkara à la Suisse

Güne doğal gaz sayacı denetçisinin ısrarlı zil sesiyle uyanmak hoş olmasa da gecikmiş ama sevimli bir günaydın yolluyorum size, Sevgili Okur. (Ay hep bunu söylemek istemişimdir; Sevgili Okur) Artık benim Kolombiya'dan bile okurlarım var. Son bir haftalık blog erişimlerim bana bu istatistikî bilgiyi verdi.(İtiraf ediyorum, blogda böyle bir veri çizelgesi olduğunu yakınlarda fark ettim). Hem de dört değişik sunucudan girildiğine göre Kolombiya'dan "en az dört" okur. Bende nasıl bir sevinç oluştu anlatamam. Anlatmak da istemiyorum. Kendim kendimi kıskandım bir an. Ciddi olmak isteyen yazar yanım, blog yazarı yanımı kıskandı; öyle bir şeyler oldu işte.

Günlük tutma ihtiyacımı da böylece giderdikten sonra, sizlere kendi kombinasyonum olan karnıkara yani börülce salatası veya piyazını iftiharla sunacağım.



Dikkat ederseniz başlıkta 'à la Suisse' dedim, bu İsviçre usulü demek oluyor. Böyle Fransızcamsı olunca ben kibarlaşıp az yiyorum. Yoksa sizlere efenim İsviçre'de zorunlu olarak iki sene Fransızca öğrettiler ama aklımda bu "à la" dan başka bir şey kalmadı diyemezdim herhalde. Apostroflu harfleri de klavyede yapamıyorum, affedin. (Düzeltme: öğrendim, Alt Gr ve virgül tuşları aynı anda basılınca oluyormuş)

Tarif son derece basittir.

Malzemelerimiz:

1. 250 gram haşlanmış karnıkara
2. Bir baş yeni mahsul soğan veya yeşil soğan, veya ikisi karışık
3. Birkaç sivri biber
4. Birkaç domates
5. Birkaç salatalık
6. Birer tutam dereotu ve maydanoz
7. Bir veya daha fazla küçük doğranmış kornişon turşu
8. Birkaç haşlanmış yumurta(zevke kalmış, isterseniz eklemeyebilirsiniz, vegan dostlar iletim sizedir)

Sosu için;
İşte burada a la Suisse devreye girer, sosu İsviçre'de öğrenmiştim. Karnıkaraya yakışır diye düşündüm ve haklı çıktım.
1. İki salata karıştırma kaşığı mayonez.
2. Bir tatlı kaşığı hardal
3. Birkaç kaşık sirke ki bunu da balzamik sirke olarak kullanırsanız, havasından yenmez. Hatta "balsamico  buu" deyin soranlara.
3. Birkaç kaşık limon suyu
4. Yarım çay bardağı kadar sızma zeytinyağı, bu da benim bu sosa katkımdır, onlar çiçek yağı kullanıyorlardı)
5. Bir diş rendelenmiş veya dövülmüş sarımsak
6. Karabiber, kimyon ve yakıştırabildiğiniz bilumum baharat, ben isot bile ekledim bu sefer.

Bunları özenle karıştırıyoruz. Doğradığımız sebzeleri, haşlanmış ve soğumuş börülceye ekleyip hepsini güzelce harmanlıyoruz.
Alın size Karnıkara a la Suisse. Bu isimle ikram ederseniz havanızdan geçilmez. Aklıma Yiğit Özgür'ün şu karikatürü geldi.




Güle güle gülünüz efendim. Bana müsaade...

Unutulan sonra anımsanarak eklenen mühim not: Evdeki bakliyatın tamamı bu tarifle tüketilmiş olup en az üç dört ay daha bu türden bir tarif vermeyeceğim. Hepimizin gözü aydın. Benim de... Şiştim yahu!

Bambolika in the Kitchen
21.05. 2013
Engürü


18 Mayıs 2013 Cumartesi

Reklam Yıldızından "Edebiyatçı" Olur muymuş?


Tuna Kiremitçi, Bizimlesin!
                                                                                         

Sağ yanağındaki gamzenin çekiciliğinin farkında, gülümser bir pozu geliyor aklıma Tuna Kiremitçi denince. Bir Hollywood aktörüne de benzetiyorum ama isim hafızam çok müthiş olmadığından ancak googlelayıp bulabiliyorum kim olduğunu: Jonny Deep. 

Sene 2003 veya 2004, eşim İzmir'in en eski ve köklü lisesinde edebiyat öğretmeni. Bizim eve tuğla gibi kalın klasikler ve ciddi eleştirmenlerin övdüğü kitaplardan başkası girmiyor. Onlar da teker teker girebiliyor, korsan yaygınlaşmışsa da biz korsana karşıyız çünkü. Bu esnada eşim, Tuna Kiremitçi'ye ayılıp bayılan kız öğrencilerinin hayranlıklarını anlamak için sanırım, yazarın "Git Kendini Çok Sevdirmeden" isimli romanıyla çıkageliyor bir gün. Bu evin okumaya programlı robotu ben olduğumdan, eşimden önce okumuştum kitabı. Kendinden yaşça büyük bir kadınla ilişkisi olan bir kahramanı vardı, anımsadığım kadarıyla romanın. İlişkiyi bir yerde bitirme kararı alıyorlardı yani "...çok sevdirmeden". Bunu gerçekçi olmamakla birlikte eğlenceli bulmuştum. Bana kalsa zaman, aşk-ilişki bağlamında çok'u azaltmıştır hep, yani bekleselerdi geçecekti yine de... 

Çok fazla ayrıntı hafızamda yer etmese de okuması keyifli olmuştu. Ancak şöyle bir duygu tortusu kalmamıştı: Yazarın her kitabını alayım, mutlaka okuyayım. Liseli kızlara bırakmıştım onu okumayı besbelli. Ayrıca gözüme o kadar yakışıklı gözükmemiş de olabilir tabii. Biz büyük davalara inanan nesile kıl payı yetişenlerdendik. Yazdıklarının çocuksu gelmesinden, onu çok küçük, kendimi evli barklı biri olarak çok yaşlı bulmuş da olabilirim. Çünkü bazen başkalarında da bunu yaşıyorum. Doğum tarihini görünce biraz şaşkınlık yaşıyorum. Neredeyse yaşıtmışız!

Burada tartışmaya açılan reklama kadar, onun edebiyatçı kişiliğini sorgulamak aklıma gelmezdi. Bence edebiyatla iştigal ediyorsa edebiyatçıdır. Bunu yargılamak, hakkımız olmamalı. Okuma-ma hakkımız ise sonuna kadar saklıdır. Reklamın mantığını tartışalım diyeceğim ama reklamlara söz geçirmek, paranın seyrine söz geçirmeye çalışmak olur ki buna hangi bireyin gücü yeter? Reklamı boykot edebiliriz belki. Ben çoğu reklamı boykot ediyorum kişisel olarak.

Aslında belki de mesele edebiyatçıların çok az kazanırken, hatta sırf bu işi yapsa aç kalabilecekken, Tuna Kiremitçi'nin normalde aktörlerin aldığı astronomik rakamlara o reklamda oynamasıdır. Yakışıklı bir yazar olmanın nimetleridir bunlar, kapitalist düzen her şeyi kullanır. Bu yeni bir durum veya saptama değil ki!

Aklıma 'Bugün Ne Giysem?' programı geliyor böyle şeyleri görünce. Sanki bir edebiyat üst kurulu var ve:"Cümleleriniz birbiriyle uyumsuz, noktalamalarınız yerli yersiz, fazla yakışıklısınız; bu da sanatınızın önüne geçiyor," o halde İvana Sert diliyle "'Bizımlae değilsın!'. " mı denecek, Tuna Kiremitçi'ye? Nasıl olacak bu iş?

Ayrıca ben bu arkadaşın koca bir lisenin -seçilerek gelmiş-kızlarını şiire, roman okumaya, yazmaya ittiği konusunda duyumlar aldım. Kızların bu ilgisi eminim erkek öğrencileri de harekete geçirmiştir. Rakip güçlü olunca... Kaç edebiyat öğretmeni bunu yapabilir? Lise çağlarında kızlar için şiir, roman yazan, gitar çalan, beste yapan birine hayranlıktan daha doğal ne olabilir? De o da yaşlanıyor işte... Liselerde son durumlar ne minvalde bilmiyorum? 

Bir de gamzeli bir kadınla ilişkisi vardı. Sahi o nerede? Biz böyle tartışadururken yakında ona da bol bütçeli bir reklam teklifi gider. O gamzeli kadın çok edebi ayrılık metinleri yazıyordu, bir ara sosyal medya onlarla kaynıyordu. Edebi ilişkiler daha bir güzel oluyor; ne derseniz deyin. Şiirli sataşmalar, düz yazılı sitemler, bestelere sinmiş ayrılık acısı... İnsanın ayrılası geliyor, sırf bu yüzden. Tabii önce böyle romantik adamı bulacaksın ki, ayrılık da bir şeye benzesin, değil mi ama?

NOT: Bu yazıyı aslında facebooktaki Kitap, Dergi, Eleştiri sayfasına yorum olarak yazmıştım. Sonra nota dönüştü. Sosyal medya edebiyatın düşmanı değil, birlikte yapabilecekleri şeyler var. Bu görüşümü destekliyorsanız lütfen sayfamıza gidin ve önce beğenin. Sonra görüşlerinizden yararlanabilmemiz için bize yazın. 


Bambolika
17. 05. 2013
Ankara


17 Mayıs 2013 Cuma

Kayınvalidemin Büryanı

Yöresel lezzetlerde yeni bir bölgeye geçtim. Makedonya, Üsküp göçmeni, ağa kızı kayınvalidemin bana öğretebildiği bir yemeği sizlere anlatacağım bugün: Büryan.

Aslında özel günlerde kocaman tepsilerde, kuzuyla yapılırmış ama özellikle Türkiye'ye göçtükten sonra bu hiç olmamış. Artık tavukla yapılabilmiş ancak. Ne büyük fırınlar kalmış ne de sahip olunan sürülerden seçilebilecek besili kuzular...

Bu noktada anlatırken kendisinin güldüğü ama ben anımsadığımda hep ağlamaklı olduğum karpuz anısını sizlere aktarmadan geçemeyeceğim. Kayınvalidemlerin geniş arazileri varmış, zaten mübadele ile gelmemişler. Yugoslavya, Tito idaresine geçince ve ürünlerinin yarısına bir bakıma el koyunca, geçinemeyiz kaygısı oluşmuş. Köydeki herkes Türkiye'ye göçmüş. Mallarını değerinden satmak şöyle dursun, bir bakıma bırakıp gelmişler. Sene 1956.

Birkaç aile bir çatı altında yaşamaya başlamışlar. Kayınvalidemin kayınbabası karpuz satın alıp eve gelmiş bir gün. Kayınvalidem ve eltisi, tek başına yere bırakılmış karpuza bakıp bakıp gülüşüyorlarmış. Ya kabak çıkarsa, tek karpuz; bildikleri bir şey değilmiş. Onlar at arabasıyla taşırlarmış bostandan meyve sebzelerini. İçimden o zaman, oh olsun, bırakıp gelir misin mis gibi sosyalist düzeni desem de, varlıktan darlığa düşmek zor iş.

Bu anekdotu da paylaştıktan sonra büryan için gerekli malzemeleri vereyim:

1. Bir bütün tavuk
2. Yarım kilo pirinç
3. İki iri boy soğan
4. Tavuğu haşlarken, tane karabiber, tuz, limon, defne yaprağı, sarımsak, bir soyulmuş soğan, bir havuç, bir soyulmuş patates ve göz kararı su kullanıyorum ben. Kışın kereviz yaprağı, yazın maydanoz da koku açısından  hoş oluyor.
5. Yarım çay bardağı sıvı yağ

Önce tavuğu parçalara ayırıp güzelce yıkıyoruz. Düdüklü tencereye bu tavukları ve 4. maddede verdiğim malzemeyi ekliyoruz. Düdüklü tısladıktan sonra en fazla 10 dakikada tavuk pişecektir. Dikkat çok pişirmeyin, çünkü sonra fırınlanacak.

Pirinci iyice yıkayıp süzdükten sonra, tuzlu ılık suda 15-20 dakika bekletirim ben. Artık sizin yönteminiz nasılsa siz öyle yapın.

Genişçe bir tavaya iki iri soğanı yemeklik doğradım ve ekledim. Sıvı yağda soğanları öldürdüm ve pirinci ekledim. Pirinçler kristalleşene kadar kavurdum. Pirinçleri derin bir fırın tepsisine yaydım. Haşlanmış tavuk parçalarını üzerine dizdim. Pirinçlerin üzerini bir parmak kadar geçecek şekilde tavuk suyunu süzerek döktüm. 180-200 derecelik fırında yaklaşık 45 dakikada pirinçler pişti. Eh tavuklar zaten pişmişti.

Özel davetlerde yaptığım çok bereketli bir yemektir. Elde edilen tavuk suyu çok ve lezzetli olduğundan kalanından çorba yaparım ben bir de.  Hatta suya kattığım artık artık olmuş sebzelere(4. maddedekiler) ekmek ufalayıp biraz et ve kemik ekler mahallenin kedişlerine de bir kedi büryanı veririm her seferinde. Onlar bu durumdan çok memnun en azından.

Denerseniz afiyet olsun, denemezseniz de böyle bir yemeğin varlığından haberdar olmuş oldunuz. Haberdar olanlar tekrar anımsadılar, o da iyi.

Not: Dikkat ettiyseniz Arcopaller kullanılmadı. Göz zevkinizi yormak istemedim.

Bambolika in the Kitchen
17.05.2013
Ankara










15 Mayıs 2013 Çarşamba

Kahvaltısız Olmaz!

ÖNCELİKLE KOCAMAN GÜNAYDIN

Keyifli sayılabilecek ama biraz da akşamdan kalma bir halde uyandım bugün. Evde ekmek yok. Koca kişisi okula gitmiş. Yani kahvaltıyı hazırlayacak kimse yok! Ne gam; ben zaten diyetteyim. Ekmek olunca yine de yerim ama yok, o halde başımın çaresine bakayım.

Dün marketten taze domates, biber, salatalık, dere otu, maydanoz almıştım. Buzdolabında onları görünce en sevdiğim kahvaltı geldi aklıma. Hemen kolları sıvadım. Sebzelerden birer tane, otlardan birer tutam yemek tabağına doğradım. Şu günlerde sirkeli suda bekletiyorum sebzeleri, pek bir titiz ev kadını oldum. Tahtaya vurun!

Ayrıca biraz beyaz peynir, biraz kaşar da doğradım. Çizik zeytin ve az tuzlu salamura siyah zeytin de ekledim tabağıma. Üzerine çörek otu. Limon, sirke ve yağ, diyetteyseniz çok az damlatın, özellikle yağı tabii. Sirke ve limon da diyette çok kullanılmamalı, eksik edilmemeli ama çok kullanılınca gerçekten mideyi zorluyor ve aç hissediyorsunuz haliyle. Geçtiğimiz dört buçuk ay bana diyet konusunda çok şey öğretti. Altı kilo verdim, şimdilik...

Tabağım hazır. Yani ana yemek oldu. Tatlıyı da akşam yapmıştım. Bir kilo çilek almışsam, tamamı bir türlü yenmez, çoklukla ertesi gün yarısı atılırdı. Bu sefer atik davrandım; yarım kilo çileği rondodan geçirdim. Üzerine yarım kilo şekeri de ekledim. 20-25 dakika kaynadıktan sonra marmelatım hazırdı. Tatlı niyetine, sanal reklam olmasın diye tabağın arkasına sakladığım grissinilerden iki tanesini marmelatıma batırıp yiyorum şu anda. Çayımı şekersiz içtiğim için böyle kaçamak yapıyorum bazen. Kusura bakmayın, ikram edemiyorum.

Demleme çay yapmadım. Aslında bu kahvaltıda çay aramıyorum ben ama gözünüze eksik görünmesin diye tepsiye poşet çay ekledim. Buyurun!

Kendime Not: Bu kadar yemek tarifi veriyorsun, paraya kıyıp düzgün servis takımı al! Bu Arcopal tabakları görmekten sen bile sıkıldın.
Size Not: Eğer akşam alkol aldıysanız kahvaltıda bu türden sebze ağırlıklı beslenmek çok iyi geliyor. Suyu da unutmayın. Şiddetle öneririm.







Bambolika in the kitchen serisinden
Engürü




14 Mayıs 2013 Salı

Mavi Çayırın Kadınları


                                                    Mavi Çayırın Kadınları

                                                                     Çiğdem Sezer

Roman Kahramanları Yayınlarının ilk kitabı. Öncelikle hayırlı uğurlu olsun diyelim: Böylelikle bu ülkenin geleneklerine uygun bir girişi olsun yazımın.
Her alanda ilkler özeldir; ilk aşk, ilk çocuk, ilk maaş, ilk müşteri, burada da bir yayınevinin ilk kitabıdır söz konusu. İlkler zordur, bazen ardıllarının kaderi onlara bağlıdır.

Benim için de bir ilk oluyor şu anda, roman en sevdiğim yazın türü olmasına rağmen, lisede 10 tam puan aldığım bir roman değerlendirme ödevi haricinde roman değerlendirmesi yazmadım. (Duyan da bir bu konuda eksiğim var sanacak!) Ödevin bir klasik roman üzerine ve bilmem kaçıncı kez benzer biçimde yapıldığı düşünülürse, adını andığıma değmez.

Geçenlerde facebookta yeni açılan bu sayfada  Ali Akdemir adında bir eleştirmenin Düğümlere Üfleyen Kadınlar'la ilgili değerlendirmesini gördüm. Edebiyat öğretmeni eşimin sınav kağıtlarını değerlendirirken tuttuğu puan çetelesinden daha detaylıydı yöntemi. Şiddetli bir kıskançlık kriziyle sarsıldım ve kendime geldim. Ben de böyle bir not sistemi geliştirip değerlendirme ve eleştiri yazmalıydım. Oldukça nesnel görünüyordu çünkü.

Anlık yargılar çoğunlukla (hesapladım: % 97.33) fos çıkar. Eleştiri zaten öznel bir şeydir, demişti Hülya Soyşekerci, bir keresinde. Oysa bana kalırsa o, değerlendirmelerinde oldukça nesneldi. Benim birkaç değerlendirme notumda(bunlara yazı bile denemez sonucuna vardım, sonradan okuyunca) olduğu gibi; yok çok güldüm, aman da ağlattı, olmadı sevindirdi gibi naif cümleleri hiç olmazdı. Olsa bile zarif bir hanımın geniş gülerken elini ağzına götürmesi gibi incelikle yapardı bunu. Edebiyat buydu nitekim, 'edep'ten gelirdi. Fakat ben son yıllarda 'edep'le bozuşmuştum biraz.

Dedim ya, ilk roman değerlendirmem olacak bu, o yüzden nasıl da dolanıyorum arka yollardan, sadede gelemiyorum. İnsan ilk roman  değerlendirmesini, affedersiniz, sizi sümüklü küçük bir kız çocuğu halinizle anımsayan birinin romanında dener mi? Kuzey rüzgarı yemiş bir Trabzonluysa yapar! Nasıl olsa hoş görüleceğini umar hatta bekler belki de...

Bir Trabzon Panoraması

Roman esasen Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra yani 90'lar sonrasındaki Trabzon'da geçiyor. Bavul ticareti, kadın ticareti ve daha bilmediğimiz kirli işler iyice yaygınlaşmışken... Trabzon'un bu süreçte yaşadığı sosyolojik değişimi, kentin özellikle bazı semtlerinin yaşam biçiminde oluşan ani yozlaşmayı, bunun bütün toplumsal dokuyu nasıl etkilediğini gözlüyorsunuz. Kentin turistik belde ve binaları mekanları oluşturmuş: Ganita Çay Bahçesi, Rus Pazarı, Çömlekçi, Boztepe, Sümela Manastırı, ilk anda sayabildiklerim...

Çoğunlukla hayatta kalma, bazen de lüks yaşamaya özlem yüzünden, özellikle Trabzon ve çevresinde yaşanan, kısaca Nataşa olarak adlandırılan kadınların dramları hakkında hepimizin az çok bildiği şeyler var. Bunlara kendi perspektifinden birkaç karakterle ışık tutmak istemiş Çiğdem Sezer. Çok nesnel değerlendirmeyle bu çabaya 10 üzerinden 9,5 veriyorum.

Mavi Çayırın Kadınları'nın yerli kahramanlarının ise travmatik çocuklukları var. Benliklerinde yer etmiş olumsuz anılar yüzünden şimdi özellikle karşı cinsle olan ilişkilerinde sürekli bir tıkanıklık gözleniyor. Bu, tanıdık bir durum olmakla birlikte, bunun kahramanları nereye götüreceği veya götüremeyeceğini merak ediyorsunuz.

Romanın dili, benim gibi bazen hangi dili konuştuğu bile anlaşılamayan biri için çok duru. Hatta hijyenik derecede temiz bir Türkçe. Unutmayalım geçmişte sağlık eğitimcisi olan bir yazarla karşı karşıyayız. Sadece, acaba Trabzon dokusu ve kokusu, yerel konuşma biçimine biraz yer verilseydi daha çok hissedilir miydi sorusu geçmedi değil aklımdan? Bir yandan da bu yazarın kendi tercihidir, bana mı kaldı tasası deyip kovaladım bu düşünce bulutunu tepemden. Sonuçta roman Türkçe yazılmıştı  ve Türkçenin kurallarını iyi bilmek ve kullanmak ayrı bir başarıydı. Türkçenin düzgün kullanılma başarısına 10 tam puan verdim gitti.

Hasan'la Olga'nın farklı diller ve kültürlerden iki aşık olmalarına rağmen şiirlerde buluşabilmeleri, bir şairin ütopyasıdır deyip çıktım işin içinden. Yazarı öncelikle şiirleriyle tanımış, sevmiş biri olarak... Puşkin ve Nâzım'ın şiirlerinden alıntılarla süslenmiş aşklarına da ben aşık oldum. Zaten şiirsiz aşkın, hayat damarlarından biri kopmuş demektir. Fakat Hasan ilişkisini bir gurbet aşkı olarak geride(Moskova'da) bırakmış, bu yönüyle Almancılar gibi davranarak bizi hiç şaşırtmamıştır. Şaşırtsaydı iyiydi... Hasan'a  rakamla -0-,  yazıyla -sıfır- verdim. Bu da ona ders olsun!

Romanın bir yerinde Perihan Teyzeyi(yazarın annesi) gördüm. İşte başkasının göremeyeceği bir ayrıntı daha. Nasıl nesnel olayım? Tatyana'ya çay ve kurabiye ikram etmişti. Mahallenin bu koruyucu teyzesinden başka kimse Tatyana'ya o kentte bir fahişe olduğunu unutturmamıştı. Bir tek o...

Roman kahramanlarının genel çizgilerine bakıldığında, bir şekilde çocukken mağdur olmuş ve dışı sertleşmiş kadınlar görüyoruz. Hepsi iyi eğitim almış sayılabilir. Belki huysuz, belki kaprisli ama özünde iyi niyetli ve duyarlı kadınlar. İşte nesnel değerlendirme yapmaya çalışan beni yoldan çıkaran bir detay: Kişi kendinden bilir işi. Çiğdem Sezer "iyi"nin yanında bir yazar. İnsanlar iyi olsun, mutlu olsun, aşklar güzel olsun derdinde. Onun için derleyip toparlayıp düzenleme gereği duyuyor bu çivisi çıkmış dünyayı.

"Ah güzel 'Çiğdem Ablam' benim" diyorum, şair bozuntusu bile olmadığım için devamı gelmiyor haliyle, düz yazı olarak anlatayım; umut veren bir Yeşilçam filmi gibi geçti özellikle yerli karakterlerin hayatları gözümün önünden. Kitabı bitirdiğimde tatlı bir gülümseme yayıldı yüzüme, hiç denemediğim bir şeyi yapmaya bile karar verdim: Bu roman değerlendirme yazısını yazdım, değerlendirme kısmı eksik kalmıştır yüksek olasılıkla, affola, izlenimlerimi yazdım diyelim. "Her şey güzel olacak", mottosu diriliverdi içimde ki hiç kanmam ben bu beylik laflara, inanmak isterim, o ayrı...

Romanın insana ve insanlığa umut aşılama gücüne 10 üzerinden 100 verdim. Yetkimi MEB'den almasam da kanaat notu kullandım. Çünkü belki ihtiyacımız olan tek şey o umut tohumunda saklıdır. Gerisi teferruattır.

Bambolika
13.05.2013
Ankara