14 Mayıs 2013 Salı

Mavi Çayırın Kadınları


                                                    Mavi Çayırın Kadınları

                                                                     Çiğdem Sezer

Roman Kahramanları Yayınlarının ilk kitabı. Öncelikle hayırlı uğurlu olsun diyelim: Böylelikle bu ülkenin geleneklerine uygun bir girişi olsun yazımın.
Her alanda ilkler özeldir; ilk aşk, ilk çocuk, ilk maaş, ilk müşteri, burada da bir yayınevinin ilk kitabıdır söz konusu. İlkler zordur, bazen ardıllarının kaderi onlara bağlıdır.

Benim için de bir ilk oluyor şu anda, roman en sevdiğim yazın türü olmasına rağmen, lisede 10 tam puan aldığım bir roman değerlendirme ödevi haricinde roman değerlendirmesi yazmadım. (Duyan da bir bu konuda eksiğim var sanacak!) Ödevin bir klasik roman üzerine ve bilmem kaçıncı kez benzer biçimde yapıldığı düşünülürse, adını andığıma değmez.

Geçenlerde facebookta yeni açılan bu sayfada  Ali Akdemir adında bir eleştirmenin Düğümlere Üfleyen Kadınlar'la ilgili değerlendirmesini gördüm. Edebiyat öğretmeni eşimin sınav kağıtlarını değerlendirirken tuttuğu puan çetelesinden daha detaylıydı yöntemi. Şiddetli bir kıskançlık kriziyle sarsıldım ve kendime geldim. Ben de böyle bir not sistemi geliştirip değerlendirme ve eleştiri yazmalıydım. Oldukça nesnel görünüyordu çünkü.

Anlık yargılar çoğunlukla (hesapladım: % 97.33) fos çıkar. Eleştiri zaten öznel bir şeydir, demişti Hülya Soyşekerci, bir keresinde. Oysa bana kalırsa o, değerlendirmelerinde oldukça nesneldi. Benim birkaç değerlendirme notumda(bunlara yazı bile denemez sonucuna vardım, sonradan okuyunca) olduğu gibi; yok çok güldüm, aman da ağlattı, olmadı sevindirdi gibi naif cümleleri hiç olmazdı. Olsa bile zarif bir hanımın geniş gülerken elini ağzına götürmesi gibi incelikle yapardı bunu. Edebiyat buydu nitekim, 'edep'ten gelirdi. Fakat ben son yıllarda 'edep'le bozuşmuştum biraz.

Dedim ya, ilk roman değerlendirmem olacak bu, o yüzden nasıl da dolanıyorum arka yollardan, sadede gelemiyorum. İnsan ilk roman  değerlendirmesini, affedersiniz, sizi sümüklü küçük bir kız çocuğu halinizle anımsayan birinin romanında dener mi? Kuzey rüzgarı yemiş bir Trabzonluysa yapar! Nasıl olsa hoş görüleceğini umar hatta bekler belki de...

Bir Trabzon Panoraması

Roman esasen Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra yani 90'lar sonrasındaki Trabzon'da geçiyor. Bavul ticareti, kadın ticareti ve daha bilmediğimiz kirli işler iyice yaygınlaşmışken... Trabzon'un bu süreçte yaşadığı sosyolojik değişimi, kentin özellikle bazı semtlerinin yaşam biçiminde oluşan ani yozlaşmayı, bunun bütün toplumsal dokuyu nasıl etkilediğini gözlüyorsunuz. Kentin turistik belde ve binaları mekanları oluşturmuş: Ganita Çay Bahçesi, Rus Pazarı, Çömlekçi, Boztepe, Sümela Manastırı, ilk anda sayabildiklerim...

Çoğunlukla hayatta kalma, bazen de lüks yaşamaya özlem yüzünden, özellikle Trabzon ve çevresinde yaşanan, kısaca Nataşa olarak adlandırılan kadınların dramları hakkında hepimizin az çok bildiği şeyler var. Bunlara kendi perspektifinden birkaç karakterle ışık tutmak istemiş Çiğdem Sezer. Çok nesnel değerlendirmeyle bu çabaya 10 üzerinden 9,5 veriyorum.

Mavi Çayırın Kadınları'nın yerli kahramanlarının ise travmatik çocuklukları var. Benliklerinde yer etmiş olumsuz anılar yüzünden şimdi özellikle karşı cinsle olan ilişkilerinde sürekli bir tıkanıklık gözleniyor. Bu, tanıdık bir durum olmakla birlikte, bunun kahramanları nereye götüreceği veya götüremeyeceğini merak ediyorsunuz.

Romanın dili, benim gibi bazen hangi dili konuştuğu bile anlaşılamayan biri için çok duru. Hatta hijyenik derecede temiz bir Türkçe. Unutmayalım geçmişte sağlık eğitimcisi olan bir yazarla karşı karşıyayız. Sadece, acaba Trabzon dokusu ve kokusu, yerel konuşma biçimine biraz yer verilseydi daha çok hissedilir miydi sorusu geçmedi değil aklımdan? Bir yandan da bu yazarın kendi tercihidir, bana mı kaldı tasası deyip kovaladım bu düşünce bulutunu tepemden. Sonuçta roman Türkçe yazılmıştı  ve Türkçenin kurallarını iyi bilmek ve kullanmak ayrı bir başarıydı. Türkçenin düzgün kullanılma başarısına 10 tam puan verdim gitti.

Hasan'la Olga'nın farklı diller ve kültürlerden iki aşık olmalarına rağmen şiirlerde buluşabilmeleri, bir şairin ütopyasıdır deyip çıktım işin içinden. Yazarı öncelikle şiirleriyle tanımış, sevmiş biri olarak... Puşkin ve Nâzım'ın şiirlerinden alıntılarla süslenmiş aşklarına da ben aşık oldum. Zaten şiirsiz aşkın, hayat damarlarından biri kopmuş demektir. Fakat Hasan ilişkisini bir gurbet aşkı olarak geride(Moskova'da) bırakmış, bu yönüyle Almancılar gibi davranarak bizi hiç şaşırtmamıştır. Şaşırtsaydı iyiydi... Hasan'a  rakamla -0-,  yazıyla -sıfır- verdim. Bu da ona ders olsun!

Romanın bir yerinde Perihan Teyzeyi(yazarın annesi) gördüm. İşte başkasının göremeyeceği bir ayrıntı daha. Nasıl nesnel olayım? Tatyana'ya çay ve kurabiye ikram etmişti. Mahallenin bu koruyucu teyzesinden başka kimse Tatyana'ya o kentte bir fahişe olduğunu unutturmamıştı. Bir tek o...

Roman kahramanlarının genel çizgilerine bakıldığında, bir şekilde çocukken mağdur olmuş ve dışı sertleşmiş kadınlar görüyoruz. Hepsi iyi eğitim almış sayılabilir. Belki huysuz, belki kaprisli ama özünde iyi niyetli ve duyarlı kadınlar. İşte nesnel değerlendirme yapmaya çalışan beni yoldan çıkaran bir detay: Kişi kendinden bilir işi. Çiğdem Sezer "iyi"nin yanında bir yazar. İnsanlar iyi olsun, mutlu olsun, aşklar güzel olsun derdinde. Onun için derleyip toparlayıp düzenleme gereği duyuyor bu çivisi çıkmış dünyayı.

"Ah güzel 'Çiğdem Ablam' benim" diyorum, şair bozuntusu bile olmadığım için devamı gelmiyor haliyle, düz yazı olarak anlatayım; umut veren bir Yeşilçam filmi gibi geçti özellikle yerli karakterlerin hayatları gözümün önünden. Kitabı bitirdiğimde tatlı bir gülümseme yayıldı yüzüme, hiç denemediğim bir şeyi yapmaya bile karar verdim: Bu roman değerlendirme yazısını yazdım, değerlendirme kısmı eksik kalmıştır yüksek olasılıkla, affola, izlenimlerimi yazdım diyelim. "Her şey güzel olacak", mottosu diriliverdi içimde ki hiç kanmam ben bu beylik laflara, inanmak isterim, o ayrı...

Romanın insana ve insanlığa umut aşılama gücüne 10 üzerinden 100 verdim. Yetkimi MEB'den almasam da kanaat notu kullandım. Çünkü belki ihtiyacımız olan tek şey o umut tohumunda saklıdır. Gerisi teferruattır.

Bambolika
13.05.2013
Ankara

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder