27 Nisan 2013 Cumartesi
Yeşil Mercimek Salatası
Oğlum küçükken folikasit eksikliğine bağlı demir yetersizliğine doktoru ısrarla yeşil mercimek önermişti. İki üç yaşlarında olan oğlumda kansızlık yoktu ama titiz doktorumuz olma olasılığını önlemek istiyordu sanırım. Yeşil mercimekle tanışıklığım böyle oldu. Eh ona yedirebilmek için biz de yedik.
Geçtiğimiz günlerde Facebooktan tanıştığım bir genç arkadaşımın vegan(*) beslenmeyi seçtiğini öğrendim. Yaşı henüz çok küçük olduğundan ona bu salatayı önerebilmek için geçen gün marketten yeşil mercimek aldım. Bizimkiler kırmızı ve sarı mercimeği sevseler de yeşiliyle araları hiç hoş değildir.
Gerçi mutlaka vegan beslenmeye geçerken hangi besinlerin etin yerini tutacağını öğrenmiştir genç arkadaşım ama damak zevki bazılarını devamlı tüketmesine engel olabilir.
Oysa yeşil mercimeği sevmemiz ve tüketmemiz için o kadar çok neden var ki... Bence diğer mercimeklere göre daha lezzetli. Bilim adamlarının beyanlarına göre B vitamin grubunu içeriyor. İyi bir lif kaynağıyken, iyi kategorisine giren bir karbonhidratı bir arada bulabiliyorsunuz; glisemik endeksi zıplatmayan cinsten. Kana geç karışıyor ve uzun süre tok tutabiliyor. En bomba haberi sona sakladım; bir tabak haşlanmış yeşil mercimek sadece 230 Kalori. Haydi içine bol yağ, yumurta ekledik diyelim, olsa olsa 500 kalori olur ki, bu kolayca bir öğünü atlatmamızı sağlayacak, sağlıklı bir besin için harika bir rakam. Deneyimlerim konuşuyor.
Kendim yeşil mercimeği bu haliyle en az kısırı sevdiğim kadar sevdiğimden, onun da pişirip beğenerek yiyeceğini düşünüyorum.
1. 1-2 su bardağı yeşil mercimek
2. Birkaç sap yeşil soğan
3. 2-3 salatalık
4. 2-3 domates
5. 1 baş tatlı soğan
6. Bir tutam dere otu, bir tutam maydanoz
7. Bir diş sarımsak
8. Bir limonun suyu
9. Sızma zeytinyağı
10.Nar ekşisi
11.Kara biber, kırmızı biber, olmazsa olmaz kimyon(nedenini sonra anlatacağım), pul biber, kuru veya yaş nane
12. Vegan olmayanlara üç haşlanmış yumurta-ben çok yakıştırıyorum-
En az yirmi dört saat öncesinden ıslattığımız yeşil mercimeklerin içinde beklediği suyu döküp duruluyoruz. En sonunda üzerini bir cm artacak kadar su ekliyor düdüklü tencerede haşlıyoruz. Düdüklü tısladıktan sonra 5-7 dakika yetiyor. Mümkünse bütün suyunu çekecek şekilde pişirmek en iyisidir. Malum vitamin, mineral vs işe yarar ne varsa bu meşhur suya çıkar ve süzgeçten geçirirsek bunları kaybederiz.
Bundan sonrası işin ustalık gerektirmeyen sebzelerin doğranıp soğumuş mercimeğe eklenmesi kısmıdır. Kuru ama tatlı soğanımızı zevke göre doğradıktan sonra, tuzla ovup öldürmekte yarar görüyorum. Baharat ve sosları zevkimize göre ekleyelim diye karışmıyorum.
Sarımsağı rendelersek veya havanda iyice dövdükten sonra eklersek çok güzel bir aroma veriyor. Kimyona gelince, bilindiği gibi bakliyat türü besinler gaz sancısına yol açabiliyor. Kimyon bu rahatsızlığı gidermede epey yardımcı olur.
NOT: Düdüklü tencerede pişirince mercimeğim ezildi diyorsanız, normal tencerede deneyin. Bu yolla damak zevkinize uygun sertliğe gelince kevgirle sudan alın. Görüntüsü daha güzel olacaktır. Yeşil suyundan feragat edeceksiniz ama tercih meselesi sonuçta.
(*) vegan: sadece bitkisel kökenli gıdalarla beslenenlere denir. Vejetaryenlerden farkı yumurta, tereyağı, süt gibi hayvan kaynaklı besinleri kesinlikle tüketmemeleridir. Ayrıca hayvansal hiçbir giysi veya eşyayı da kullanmazlar.
Bambolika
Ankara, 27.04.2013
26 Nisan 2013 Cuma
"Kadınların Kurtuluşu" Sitesinden
Nurşen Yıldırım yazısıdır.
Suçlular ise elini kolunu sallayarak gezebiliyor hâlâ!
1998 yılında Temmuz ayında Mersin’de evinin önünden, kocasının yanından bir kadın kaçırıldı. Polise haber verildi, kadından günlerce haber alınamadı. Önce herkes ne diyeceğini, nasıl davranacağını bilemedi. Ailesi, kadın örgütleri, İslami çevreler… Neden mi? Çünkü kadın başı örtülü, kendisine “imanlı feminist” diyen, bir dönem Hizbullah örgütünde yer alan ama sonra ayrılan, Mersin’de Bağımsız Kadın Derneği’nde ve Kadın Sığınmaevi’nde çalışan, sosyalistlerin düzenlediği “Barış için Kadın” mitinglerine katılan, cenazesinin kadınlar tarafından kaldırılmasını isteyen biriydi de ondan.
Yaklaşık bir yıl sonra Konya’da öldürüldüğü ortaya çıktı. 38 gün boyunca işkence görmüş, işkence seansları katiller tarafından kayda alınmış, öldürdükten sonra “şükür namazı” kılınmış, cesedi tamamen soyup kireçle karıştırılıp onlarca cesetle birlikte örgüt evinin altına gömülmüştü. Hizbullah’a yapılan operasyon sonrasında bulundu Konca’nın ve diğerlerinin cesedi. Çocukları bile zor teşhis ettiler.
Ne kaybolduğunda ne de bulunduğunda İslami medya hiç söz etmedi. Konca’nın arkadaşları kaçırıldığında adlarını vererek bir açıklama yapmak isteseler de hiçbir gazete yayımlamamıştı. Ama kaçırılmadan önce farklı düşünceleri olduğunda televizyonlara çıkarıp onun görüşlerini çarpıtmayı da iyi becermişlerdi.
Feministlerse özellikle üyesi olduğu Mersin Bağımsız Kadın Derneği başta olmak üzere kaybolduktan bir müddet sonra “Konca’yı Hemen İstiyoruz” diye eylemler, açıklamalar, afişlemeler yaptılar. Rahşan Ecevit’ten, emniyete kadar her yere Konca’nın sağ bulunması için fakslar çektiler. Konca bulunduktan sonra Pazartesi dergisi, 2000 Mart ayında çıkardığı sayısında geniş bir biçimde Konca ile ilgili yazılara, görüşlere yer verdi.
Bugün İslamcı kadınlar bu kadar rahat televizyonlara çıkıp konuşabiliyorlarsa, cenaze namazlarında ön saflarda erkeklerle birlikte durabiliyorlar, erkek egemen düzeni eleştirebiliyorlarsa bunda Konca Kuriş’in etkisi büyüktür. Çünkü 80’den sonra feminizmden etkilenen gruplar arasında İslamcı kadınlar da vardı. Erkekler ise onları engellemek için her türlü çabaya girişmişlerdi. 87 yılında Ali Bulaç Zaman Gazetesi’nde ”Feminist Bayanların Kısa Aklı” adıyla bir yazı yayınladı. Ama sonuç istediği gibi olmadı. Bulaç’a itiraz eden kadınların mektup ve yazılarıyla önemli bir tartışma başladı. Kadınlar seslerini çıkarıyorlar ama tabi ki Zaman yayınlamıyordu. Gazete el değiştirip, yazı işleri de gazeteden gidince, başka bir erkek imdada yetişti: Abdurrahman Dilipak. “Bir Başka Açıdan Kadın” adlı kitabıyla İslamcı kadınlara neden feminist olamayacaklarını anlattı. Çizgileri çekti, erkek İslamcı çerçeveyi yeniden oluşturdu. Şimdi ne düşünüyor merak ediyorum doğrusu?
Kadınların kendi içlerinde tartışmaya döndüğü, ara sıra bizlerle de görüştükleri ama seslerini duyuramadıkları/duyurmadıkları bir dönemden sonra Konca Kuriş İslam’ın kadına bakışını eleştirmeye başladı. “İslam’da örtünmek şart değildir; hadislerle yola çıkmak yanlıştır; anlamadığınız bir dille dua etmenin faydası yoktur, ben duaları hep Türkçe okuyorum; adet gören kadının namaz kılması ve oruç tutması günah değildir; kadın erkek yan yana ibadet edebilir; kadınlar cuma, bayram ve cenaze namazlarını kılabilirler” gibi bugün de tartışılan birçok görüşler ileri sürdü. Ama en önemlisi ve belki de ölümünü hazırlayanlardan biri “Kuran hep erkekler tarafından çevrildi, bunun için kadın gözüyle bir meale ihtiyaç var” tespitiydi.
Kuriş’e bu işkenceleri yaptıranların/yapanların mahkemeleri bir türlü bitmedi ve Hizbullah üyeleri 2011 yılının ilk günlerinde zaman aşımından dolayı tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldılar. Büyük bir kalabalıkla karşılandılar, zafer kazanmış gibi konuşmalar yaptılar, alkışlandılar ve yurtdışına kaçtılar. AKP ve İslami medya görmezden geldi.
Konca Kuriş aklıma nerden mi geldi? Bilmem, belki de Diyarbakır Üniversitesinde ortaya çıkanları Mehmet Sincar’ın ve binlerce Kürt’ün katillerine benzetmişimdir.
13 Nisan 2013 Cumartesi
Ayasofya: Kutsal Bilgelik
Bianet için hazırladığım halini önce okumak isterseniz
Müzemiz Şiddetli Cami İhtiyacı Hasıl Olduğundan Kapalıdır!
Haberi görünce böyle bir tabela düşledim müzenin kapsında, biraz da şizofrenik güldüm.
Öylesine, sosyal medya haberlerini takip ederken, birden irkilirsiniz. İşte böyle bir haberdi okuduğum: Ayasofya yeniden camiye çevriliyor! Peki ne oldu da, bu ihtiyaç hasıl oldu?
İnsan önce hangi Ayasofya diyor? İstanbul'daki malum, bu bizim, benim çocukluğumun Trabzon'unun Ayasofyası, meraklı çocuk gözlerimin gördüğü ilk çok tarihi(o zamanlarda yıllarını sayamayacağım kadar çok!) bina. Bahçesinde eğri büğrü mezar taşları vardı, üzerinde Kuran yazıları. Bir de çok güzel bir deniz manzarası, denize bakan bir yamacın üstündeydi. Çok, çok yüksek tavanları vardı. Bir metrelik ben gibi bir tüy sıklet bücür için tabii. İlkokul ikideydik sanırım. Okul gezisi yapmıştık, yürüyerek önce Ayasofya Kilisesine sonra Boztepe'ye pikniğe, yoksa otobüse binmiş miydik? Anımsamıyorum.
Ayasofya'yı ise hiç unutmadım. Öyle manevi yanım çok güçlüdür diyemem ama çocuk halimle bile güvenli bir mekan gibi gelmişti. Güçlüydü, insanlık kadar güçlü. Sonraları annemle, büyüdükten sonra başka gezilerde de gitmiştim oraya. Lise gezimizde, başımız açık, keyfimizce dolaşmıştık içinde, dışında, yeşil bahçesinde. Başımızın açık olmasını okullu olarak ve bir müzeye gitmemize borçluyduk. Özellikle benim geldiğim kasabada başınızın okul dışında açık olması ahlakınızdan şüphe edilmesine kadar gider. Yani İran'ın bir adım gelişmişiydi.
1910
Aya-sofia; iki güzel sözcük. "İstanbul'un Latinler tarafından işgal edilmesinden sonra kaçan ve Trabzon'da 1204 yılında yeni bir devlet kuran Komnenos Ailesinden Kral I.Manuel (1238-1263) tarafından 1250-1260 yılları arasında yaptırılan ve bir manastır kilisesi olan Ayasofya adı "Kutsal Bilgelik" anlamına gelir."(Vikipedi'den) Sofiya yani Safiye, anakamın adı. Her şey beni ona götürüyor son zamanlarda... Özlemle hüzün birbirine dolaşıyor da ben çözülemiyorum bir türlü.
Kilise, Osmanlılar döneminde cami, Rus işgalinde askeri depo, cumhuriyet başlangıcında yine cami derken 1964'te restore edilip müze haline getiriliyor.
Besbelli sonra Trabzon'da büyük bir cami kıtlığı yaşanıyor ki cami olarak kullanılması için imam ataması bile yapılmış, habere baksanıza. İnsan üzülmüyor değil hani, Müslümanların da ibadet özgürlüğü var. İbadet etmesinler mi? Hatta bence Ayasofya yetmez, derhal ulaşımı kolaylaştırılıp-bu haliyle Ehli Müslime eziyet olur- Sümela Manastırı da camiye çevrilsin. Özellikle cuma namazları orada kılınsın. Birden üzüldüm de ondan deli deli konuşmaya başladım. Yoksa kadın başımla, hem de açık, ne haddime böyle lakırdılar etmek?
Ben her iki dine de hizmet etmiş bu binayı, müze olmasaymış nasıl görürdüm? Cami olunca böyle gezilebilecek bir yer olmaktan çıkacak, müzelikten çıkıp bir dinsel kurum olacaktır. İslami bir kurum hatta. Elin gavuruna bile başörtüsü örttürüyorlar cami gezerken ki bence bunun dinen anlamı yoktur.
Tutucu değilim, değişikliklerden, yeniliklerden korkmam ama bu yapılanlar o kadar anlamsız gelmeye başladı ki? Hayır, mesaj mı veriyorsunuz, bilelim? Bu ülke hızla gerçekten bazılarının iddia ettiği gibi, laiklikten vazgeçip İslami bir devlet mi olacak? Hükumetin, bana göre attığı her demokratik adımın yanında oldum, Laikliğin sadece din dışı anlamına gelmediği, dinlerin-her birinin ayrı ayrı- özgürce yaşayabilmesi için de bir çözüm olduğuna inanıyorum. O yüzden dinlere yapılan baskıları da eleştirdim yeri geldiğinde: Ünlü ve "akil" biri olmadığımdan, bundan kimsenin haberi olmasa da.
Şimdi, bu memlekette, müzelerin az, camilerin çok olduğu konusunda hemfikir olalım da, bitsin bu anlamsız eski kiliseleri cami yapalım kampanyası hatta inadı. Binanın şekli bile haç şeklinde, ayıptır yahu! Yoksa birileri çıkıp "EEEhhh, yettiniz be!" diyebilir.
Buyrun burdan yakın!
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/23042058.asp
Siz de benim gibi Ayasofya Trabzon Müze kalsın; böylelikle bir gün ziyaret ederim diyorsanız, imza verin lütfen.
http://www.change.org/petitions/t%C3%BCrkiye-cumhuriyeti-devleti-ilgili-makamlar%C4%B1-trabzon-ayasofya-m%C3%BCzesi-m%C3%BCze-olarak-kalmal%C4%B1?utm_campaign=autopublish&utm_medium=facebook&utm_source=share_petition#
Bambolika
13.04.2013
Ankara
Müzemiz Şiddetli Cami İhtiyacı Hasıl Olduğundan Kapalıdır!
Haberi görünce böyle bir tabela düşledim müzenin kapsında, biraz da şizofrenik güldüm.
Öylesine, sosyal medya haberlerini takip ederken, birden irkilirsiniz. İşte böyle bir haberdi okuduğum: Ayasofya yeniden camiye çevriliyor! Peki ne oldu da, bu ihtiyaç hasıl oldu?
İnsan önce hangi Ayasofya diyor? İstanbul'daki malum, bu bizim, benim çocukluğumun Trabzon'unun Ayasofyası, meraklı çocuk gözlerimin gördüğü ilk çok tarihi(o zamanlarda yıllarını sayamayacağım kadar çok!) bina. Bahçesinde eğri büğrü mezar taşları vardı, üzerinde Kuran yazıları. Bir de çok güzel bir deniz manzarası, denize bakan bir yamacın üstündeydi. Çok, çok yüksek tavanları vardı. Bir metrelik ben gibi bir tüy sıklet bücür için tabii. İlkokul ikideydik sanırım. Okul gezisi yapmıştık, yürüyerek önce Ayasofya Kilisesine sonra Boztepe'ye pikniğe, yoksa otobüse binmiş miydik? Anımsamıyorum.
Ayasofya'yı ise hiç unutmadım. Öyle manevi yanım çok güçlüdür diyemem ama çocuk halimle bile güvenli bir mekan gibi gelmişti. Güçlüydü, insanlık kadar güçlü. Sonraları annemle, büyüdükten sonra başka gezilerde de gitmiştim oraya. Lise gezimizde, başımız açık, keyfimizce dolaşmıştık içinde, dışında, yeşil bahçesinde. Başımızın açık olmasını okullu olarak ve bir müzeye gitmemize borçluyduk. Özellikle benim geldiğim kasabada başınızın okul dışında açık olması ahlakınızdan şüphe edilmesine kadar gider. Yani İran'ın bir adım gelişmişiydi.
1910
Aya-sofia; iki güzel sözcük. "İstanbul'un Latinler tarafından işgal edilmesinden sonra kaçan ve Trabzon'da 1204 yılında yeni bir devlet kuran Komnenos Ailesinden Kral I.Manuel (1238-1263) tarafından 1250-1260 yılları arasında yaptırılan ve bir manastır kilisesi olan Ayasofya adı "Kutsal Bilgelik" anlamına gelir."(Vikipedi'den) Sofiya yani Safiye, anakamın adı. Her şey beni ona götürüyor son zamanlarda... Özlemle hüzün birbirine dolaşıyor da ben çözülemiyorum bir türlü.
Kilise, Osmanlılar döneminde cami, Rus işgalinde askeri depo, cumhuriyet başlangıcında yine cami derken 1964'te restore edilip müze haline getiriliyor.
Besbelli sonra Trabzon'da büyük bir cami kıtlığı yaşanıyor ki cami olarak kullanılması için imam ataması bile yapılmış, habere baksanıza. İnsan üzülmüyor değil hani, Müslümanların da ibadet özgürlüğü var. İbadet etmesinler mi? Hatta bence Ayasofya yetmez, derhal ulaşımı kolaylaştırılıp-bu haliyle Ehli Müslime eziyet olur- Sümela Manastırı da camiye çevrilsin. Özellikle cuma namazları orada kılınsın. Birden üzüldüm de ondan deli deli konuşmaya başladım. Yoksa kadın başımla, hem de açık, ne haddime böyle lakırdılar etmek?
Ben her iki dine de hizmet etmiş bu binayı, müze olmasaymış nasıl görürdüm? Cami olunca böyle gezilebilecek bir yer olmaktan çıkacak, müzelikten çıkıp bir dinsel kurum olacaktır. İslami bir kurum hatta. Elin gavuruna bile başörtüsü örttürüyorlar cami gezerken ki bence bunun dinen anlamı yoktur.
Tutucu değilim, değişikliklerden, yeniliklerden korkmam ama bu yapılanlar o kadar anlamsız gelmeye başladı ki? Hayır, mesaj mı veriyorsunuz, bilelim? Bu ülke hızla gerçekten bazılarının iddia ettiği gibi, laiklikten vazgeçip İslami bir devlet mi olacak? Hükumetin, bana göre attığı her demokratik adımın yanında oldum, Laikliğin sadece din dışı anlamına gelmediği, dinlerin-her birinin ayrı ayrı- özgürce yaşayabilmesi için de bir çözüm olduğuna inanıyorum. O yüzden dinlere yapılan baskıları da eleştirdim yeri geldiğinde: Ünlü ve "akil" biri olmadığımdan, bundan kimsenin haberi olmasa da.
Şimdi, bu memlekette, müzelerin az, camilerin çok olduğu konusunda hemfikir olalım da, bitsin bu anlamsız eski kiliseleri cami yapalım kampanyası hatta inadı. Binanın şekli bile haç şeklinde, ayıptır yahu! Yoksa birileri çıkıp "EEEhhh, yettiniz be!" diyebilir.
Buyrun burdan yakın!
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/23042058.asp
Siz de benim gibi Ayasofya Trabzon Müze kalsın; böylelikle bir gün ziyaret ederim diyorsanız, imza verin lütfen.
http://www.change.org/petitions/t%C3%BCrkiye-cumhuriyeti-devleti-ilgili-makamlar%C4%B1-trabzon-ayasofya-m%C3%BCzesi-m%C3%BCze-olarak-kalmal%C4%B1?utm_campaign=autopublish&utm_medium=facebook&utm_source=share_petition#
Bambolika
13.04.2013
Ankara
7 Nisan 2013 Pazar
Ekmek Pizzası
İki gün önce kendimi kaybedip aldığım kepekli ve tam buğday ekmeklerini normal biçimde tüketmemiz mümkün görünmeyince pazar günü kahvaltısı için onları pizzaya çevireyim dedim. Laf aramızda Türkiye'de sevebileceğim tarzda pizza çok az yerde oluyor. O yüzden kendi pizzamı kendim icat ettim bir bakıma.
Benim pizzamı merak edenlere malzeme listesi:
1. Mümkünse hazır dilimlenmiş ekmek, istediğiniz kadar ve istediğiniz cins, çünkü zevke kalmış.
2. Sucuk, salam, sosis, yurt dışındaysan jambon(gurbetçi arkadaş sözüm sana!)
3. Erime yeteneği olan peynir; kaşar, parmesan diye bütçenize göre gider bu
4. Domates ve biber
5. Ekmekleri yumuşak tutması için domates püresi, salçadan da hazırlanabilir.
6. Kekik(benim olmazsa olmazım), pul biber, biberiye. Kısaca Akdeniz baharatı karışımı iyi gidiyor.
Öncelikle bir fırın tepsisine yağlı kağıt döşedim. Sonra üzerine ekmekleri dizdim. Domates püresinin içine baharatlarımı ekledim ve ekmeklerin üzerine bir bıçak marifetiyle sürdüm. Alet işler el övünürmüş derdi kaynanam. İnce doğranmış sucuk ve dilimlenmiş kaşarı özenle yerleştirdim. Yok, o işleri koca kişisine yaptırdım. Artık usta olduğumdan yamak kullanmaya başladım. Yaklaşık olarak şu noktaya gelmiş olduk.
Bkz. Foto
Domatesleri yine incecik doğradım. Biberleri de jülyen doğradıktan sonra, onları da ekmek pizzalarımın üzerine dizdim. İsteyen zeytin, mısır tanesi, mantar gibi malzemelerle tıpkı pizzayı zenginleştirdiği gibi ekmek pizzasını zenginleştirebilir. Yalnız fırında 170 derecede, maksimum on beş dakikada pişeceğinden malzemenin buna uygun olması veya önceden pişirilmesi gerekebilir. Örneğin kuşbaşı et ekleyeceğim diye tutturursanız.
Pişmeye hazır
Pişmiş! Kaşar kendini salmış.
Biberler yumuşamış.
AFİYET OLSUN!
Bu sefer kalori hesabı yok. Hava güzelse çıkıp yürüyün. Değilse ev işlerine yumulmak kaloriden eser bırakmaz bünyede.
Ankara, 07.04. 2013
Bambolika
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)