1 Mart 2013 Cuma

Kendini Ararken


Etnik Kimlik İçinde Ötekileşmek

Bizim etnik bir kimliğimiz olduğunu ancak lise yıllarımda sorgular oldum ben. Niyeyse açıktan konuşulmayan bir gizemdi Pontusça. Yasaktan bile farklı bir dokunulmazlığı vardı. Evde konuşulurdu ama okula gidince, formel eğitimde hiçbir yerde esamisi okunmazdı.

Başka sorunlara, siyasi mecralara kapıldığımdan olsa gerek, bir süre sonra bu konuyu yine rafa kaldırmıştım. Zaten lisedeyken sınıfta, madem Türküz niye köy adlarımız Rumca, niye ninelerimiz Türkçe bilmiyor tarzı sorularla etnik kardeşlerimi ve büyüklerimi kış günü soğuk duşa sokmuş gibi olmuştum. Şimdi sınıfın bu soruyu patlattığımdaki halini, hazin bir sessizlik olarak tanımlarım, sorsalar.

Bizden önceki kuşak, Türkleşmek için çok çaba sarf etmişti. Sonunda yüzde yüz Türkçe konuşan bir nesle kavuşulmuştu. Ben çıkıp ne sormuştum? Bunun yanıtını beklediğimden değil, sadece mantık olarak anlamadığımdandı. Sesli düşünmüştüm sadece...

Müslümanlaşmamız araştırdığım kadarıyla Osmanlı Devleti hükümranlığı sırasında tamamlanmıştı. Ancak bu, dağların doruklarında yaşayan Pontos kalıntılarının Türkleşmesi için, Türkiye Cumhuriyetinin kurulması gerekiyordu. O da oldu. Yarım yüzyıl kadar iki dünyaları vardı Pontus Türklerinin,- bu tanımlama bana aittir, başka kullanan olursa yakarım(!)- Özel alan Pontus Kültürünü devam ettiriyor, kamuda Türk Kültürü yaşanıyordu. Gül gibi geçinip gidiyorlardı uzaktan bakıldığında.

Özel alan dediğimizi yaşatan tabii ki analardı; anadili dediğimiz de annelerimizden gelmiyor muydu? Anavatan, o da anadandı ya, devlet niyeyse baba oluyordu. Geldik mi kamusal alana yeniden? Özel alan, kamusal alan, nerede başlar, nerede bitere girecek değilim ama biliyorum ki benim anadilim aslında devletin sızamadığı yerlerde yaşamını idame ettirebilmişti. Yalçın kayaları gökleri bile rahatsız eden o coğrafyaya meydan okuyan analarımızın belleğinde...

1922'de mübadele olduğunda Hrıstiyan Pontoslar Yunanistan'a göçmüşler. Karşılığında bizim yöreye veya Türkiye'ye gelen Türk var mıydı? Nasıl gittiler? Niye gittiler? Müslüman olanlardan da giden olmuş mudur? O konularda yeterli bilgim henüz yok. Oradan buradan duyduklarım, gidenlerin vatan hasreti çektiği yönündedir. Bazıları zaman zaman bizim köylere gelmekte-dir/ymiş. Bazılarının hala akrabalık bağları sürüyormuş bir şekilde. Hrıstiyan-Müslüman ayrımına rağmen nasıl olmuş bu, tam anlamış değilim? Anlayamadığım öyle çok şey var ki! Hrıstiyan geleneklerinden benim zamanıma neredeyse hiçbir ritüel kalmamıştır. Buna annemden dinlediğim Kalandar Kutlamaları dahildir. Hrıstiyan geleneklerine duyulan korkuyu bu sitedeki yazıdan anlayabiliyorum.

İnsan yaşadıkça ufku genişliyor: Düşünüyor, var olanı sorguluyorsun. Dünyadaki düşünce akımlarıyla sen de şekil değiştiriyorsun belki. Dünyada ve ülkemizde ulusçuluk, ulus devletin o klasik, homojen kültür yaratma savaşının da etkisiyle etnik kültürler, ana dilleriyle yok olup gidiyor. Bazılarının adını bile belki literatürde göremeden yok olan diller var. El Cezire'de Anadili Gününde, 21 Şubatta yani, yayınlanan bir yazıya göre, her on beş günde bir, bir anadili yok oluyormuş artık. Neden bilmem, bu bana çok acıklı geliyor? Anadilim Pontusça yani yerel adıyla Romeyika ölümün eşiğinde olmasaydı bu kadar dokunur muydu bana bu durum? İşte onun yanıtını da bilmiyorum. İnsan-oğlunun/kızının empati yeteneğine güvenemiyorum, o insan kızı ben olsam bile.

Bir zamanlar bir kadın eğitim toplantısına katılmıştım. Biz Kürtler kadar çok ve etkin olmadığımızdan -ki çoğumuz Pontus kökenli olduğunu babasız çocuk gibi gizler- belki, benim Pontus kökenli olup bunu beyan eden, kadın vs olarak ötekileşmenin ötekisine düştüğümü söyleyince, şimdi profesör olan kadın arkadaşımızın bana yanıtı biber gibi yakmıştı, dilimi olmasa da yüreğimi. Şöyle demişti:"Siz kendiniz asimile oldunuz." O zaman Allah benim belamı versindi demek! Ben hala bu konuda konuşuyorsam asimilasyon tamamlanmamış, sayılmaz mıydı?

Nitekim ben bu Pontus olmaktan çektiğimi hiçbir şeyden çekmedim. Pontus olanlar bunu kabul etmez, olmayanlar da olaya böyle bakarken, ben neyim? Ben kimim? Sen kimsin, diye devrelerimi yakmak üzreyim?

Ben kendini başka etnik kültürden olup artık Türk duyumsayanlara da kızamıyorum. Sadece üzgünüm onlar için. Bu gidişte yapabilecekleri çok da bir şey var mı-ydı? Onlara göre bu gelinen nokta istedikleri bir şeyse, benim buna itiraz hakkım olabilir mi? Olmamalı! Ama niçin, soruyorum niçin, ben bu köklerden bir zenginlik yakalamışken, buna yönelmişken, niçin, bana sen bu baskın kültürdensin, sorgulama, devam et gitsin böyle deniyor? İsyanım bunadır. Biraz da birkaç yıl önce ölen Anakamdan(anneannem) iyice uzaklaşma korkusunadır belki. Yine, bilmiyorum!

Kaldı ki biyolojik olarak kimin ne olduğu, kimin kafatası kaç santimmiş hiç umrumda değil. Ben yaşadığım ya da yaşama olanağım olabilecekken elimden alınmış kültürüme bakarım. Sadece baskın kültür, bizim ülkemiz için Türk Kültürü mü yaşasın? Böylece nereye varacağız? Bu da bir tür "tek tipleşme/tipleştirme", değil midir?
Yeni anayasa süreci ile ilgili bir toplantıda anlı şanlı bir baro başkanının Türk-Atatürk Milliyetçiliğini bizlere öğretirken-biz bilmiyoruz ya- sarf ettiği cümleleri duyunca, pasif dinleyiciliğime son verip salonu terk etmiştim.

Düdüklü tencere içinde pişen patates kadar basınç altında hissetmiş, ne tepki vermem gerektiğini kestirememiştim. Çünkü konuşmacıyla hemfikir olan salon, karşılık vermeye kalksam fiziken olmasa da, ruhen beni linç edebilirdi. Konuşmacı zaten konuşması bölününce, gerilip tik yapmaya başlıyordu.

Onun anlattığı milliyetçilik, bana birden faşist milliyetçilikten daha aşağılayıcı görünmüştü. Atatürk'ü açıklamak derdinde değilim ama, o bugün yaşasaydı böyle demezdi diye düşünmüştüm o an. Zat-ı Muhterem  şöyle diyordu kabaca: Varolan anayasamızda yer alan milliyetçilik, herkesi kucaklıyormuş. Nasıl mı? Kürt, Türk, Arap, Çerkes, Boşnak ne olursan ol, Türk olarak seni "kabul" ediyordu. "Kabul" mü? Peki ya ben, bu sizin seçtiğiniz ulusal kimliği "kabul" etmiyorsam, kaldı ki kabul etsem bile, bu bir anda olacak bir şey değil ki! Lütfettiniz ama almayayım da diyebilirim, yani diyebilmem gerekir? Madem demokratik ilkelerden de bahsettiniz biraz önce, ki o konuda bana göre çok düzgün açıklamalarınız olmuştu.

Bir Kürt anneye hapisteki çocuğunla görüşte Türkçe konuş, sen Türksün, deyince dili anında dönebiliyorsa alayım; geçmişte gördük ki olmuyor! Acılar katmerleniyor sadece. Benim Türklüğe bir alerjim yok, Lazlığa, Çerkezliğe, Kürtlüğe,... olmadığı, asla olamayacağı gibi. Aksine, hepsinin en iyi şekilde yaşatılacak güzel kültürel değerleri mutlak vardır. Kocaman bir bahçede, bir sürü değişik türden çiçek büyütür gibi yaşatalım etnik kültürlerimizi.

Dünyada nasıl bitki ve hayvan çeşitliliği her gün azalıyorsa, sanki aynısı kültürlere, onların en belirgin unsuru olan dillere sirayet etmiş gibi, onlar da yok oluyorlar günbegün.
Şimdi uzaktan bakma zamanı değildir. Barış içinde bütün etnik kimliklere saygılı bir ülke hatta dünya yaratılabilir. Yüreğimizde bu gidişata çare olacak insanlık mevcuttur bence. Vicdanımızı iyice bir yoklayalım...

Benim bu bahçedeki çiçeğim; PONTİC GREEK
Trabzon 'un ilçelerinin çoğunun yakın zamana kadar asıl dilidir Pontusça, Pontiaka(Yunancadaki söylenişi), Pontic Greek(İngilizce), yerel adıyla Romeika veya Rumeyika, Pontus Lehçesi Vikipedi'ye göre, Trabzon Rumcası da deniyor anadilime.

Karalahana sitesinden anadilim hakkında güzel bir kaynak, okuyunuz lütfen. Sonra Pontus Dili de Türkçenin bir lehçesidir denmesin. Ya da Lazca sanılmasın. Bizim oralar, Trabzon-Rize-Artvin civarı özellikle, öyle bereketli bir kültürel zenginliğe sahiptir ki, ben bile şimdi dönüp bakınca şaşırıyorum. Laz, Gürcü, Çerkes, Hemşin Ermenileri, Pontus Rumları ve elbette Türkler; benim bildiklerim. Oncacık coğrafyada bu kadar dil ve kültür!

Ekşi Sözlük'ten de bir entry kopyaladım, saraylı mıymışız biz deyip güldürdü beni. 3. Reich'tan biri söylüyorsa, doğrudur diye düşünüyorum.

"arkaik yunanca...heredot'un , sokrates'in dili...gemilerle gelip kaldı dağların arasında... ilk gün nasıl konuşuluyorsa hala öyle...birkaç türkçe kelime aldı içine hepsi o...yengem konuşuyor bu dilin çaykara ağzını. çaykara rumcası diyip geçme, komnenos sarayının dilidir o, saray rumcasıdır...elittir, incedir...
                                                                                15.10.2012 21:03 drittes reich"

Köklerimi araştırma derdine düşünce bu konuda ilk derli toplu çalışmayı Oflu hemşerim, Ömer Asan'ın yaptığını gördüm. Piyasada ancak ikinci elden edinebildiğim araştırma kitabı PONTOS KÜLTÜRÜ'nün özetini bu linkten okuyabilirsiniz.

Son olarak, Özhan Öztürk'ün çok geniş kapsamlı bir çalışması olan PONTUS adlı kitabını meraklısına tavsiye edebilirim naçizane."Antik Çağdan Günümüze Karadeniz'in Etnik ve Siyasi Tarihi" tarafsız, belgelerle veriliyor. Sadece Türkiye kıyısındaki Karadeniz değil, Balkanlarla ilgili tarihi bilgiler bile var. Benim şu sıralar başucu kitabımdır, diyebilirim.

Bambolika
Ankara- 26.02.2013

Not: Biamag'taki haliyle




11 yorum:

  1. Derdini sıkı anlatan bir anlatı olmuş, kutlarım Hanife. Sizinle bir tarihte ninelerin dilini konuşmuştuk. Verdiğiniz referans kitapları da değerli kaynaklar, sağolun.

    YanıtlaSil
  2. Sizinle bloğumda karşılaşmak ne güzel! Evet, anneannemi baz alarak bir dosya hazırlıyorum. Fikir sizinle yazışırken oluşmuştu. Şimdi formatı değiştirdim biraz. Bitirdim, dinlenmede...

    YanıtlaSil
  3. bir nefeste okudum bir dil ile anlatmışsınız.. teşekkür ediyorum.. Çamlıhemşinliyim.. uzun çok uzun bir aradan sonra uyanmış gibiyim.. son iki senedir, bunca yıl flu bir göz ile izlediğim "herşey" in netliği karşısında hayretler içindeyim.. keyifle okuyacağım yazılarınızı eminim.. ve kendimi bulduğum, "bende tam bunu söyleyecektim", yada "bende olsam buna yakın kelimeleri yanyana getirerek akıtırdım yüreğimi" dediğim yazılar olacağını görebiliyorum şimdiden.. yolunuz açık olsun.. sevgiler..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ediyorum, bu geri dönüşle resmen tazelendim bugün. Coşkuyla yazmaya devam. Yeniden buluşmak için...

      Sil
  4. Trabzon da romaika dili konuşanlar Grek mi? Bölgenin yerli halkı Tzaniler 7. yüzyılda Hırıstiyan dininin etkisi ile dillerini unuttular. Trabzon batısında Tiberani kabileside vardı.
    Venizilosun, Pontus için mübadele talebi olmadığını araştırın. Yunanıstana giden Trabzon Pontusları Grek olsa bari. Grek diye Trabzon dan kimleri Yunanıstana gönderdiler?

    YanıtlaSil
  5. Ne yazık ki kimliğini gizleyerek yazan 'Bora Beye Yanıt:'
    Sorunuz, açıkçası sorunum mu, bilemedim? Ben ulus, yani biyolojik olarak bir ırktan hareketle bakmıyorum ki olaya. Ortada memleketimde yaşamış, bu kültürle harmanlanmış nesiller var. Bu neslin son örnekleriyiz. Mübadele zamanı Yunanistan'a göçen, göçmek zorunda kalanlara elbette üzülüyorum, Grek olmuş, olmamış bakmaksızın. Kaldı ki bir kültürü tanımlayan en önemli faktör dildir, unutmayın! O insanlar Grekçe'nin bir Lehçesini kullanıyorlardı.
    Hiçbir insan veya insan topluluğu yoğun baskılar yaşamadan dilini terk etmez. Hatta yaşasa bile kolay kolay kaybolmuyor. Bizim örneğimizde olduğu gibi.
    Kuşkularını anlıyorum, tarihten örnek vererek Grek de değiller diyorsunuz. Olmasınlar. Mesele bu mudur? Benim yazdıklarımdan bunu mu anladınız? Öyleyse daha çok yazmam gerekecek.
    Venizelos, örnek bir tarihi kişi mi ki?

    YanıtlaSil
  6. Blog spot ayarını iyi bilmediğimden kimliğim çıkmadı. Yazının başlığı "Kendini Ararken" bende kendini arayana görüşümü yazdım. Pontus tarihi ilgi alanım oldu. Ben bir Lazım ve neden Lazları Pontus Rumları ile karıştırdıklarını merak ettim. Ne buldun dersen, Laz kabilelerinin Trabzon da Roma medeniyetinde zenginleşmesi ve Laz dilini kaybetmesi,sonra Hırıstıyan olanlar servetlerini kaybettiler. Müslüman olan ve Romaika dilini bilenleri Allah korudu. Müslüman Lazlar içindeki insanların şimdi de dillerini kaybedip Türk kimliğine geçtiği görülmektedir.

    YanıtlaSil
  7. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, bölgedeki etnik yapı sayıca zengin ve geçmişi çokça bileşene sahip ki Anadolu tarihi açısından düşünürsek normal. Trabzon İpek Yolu üzerinde, kara yolunu denize bağlayan bir yerde. Doğuyu Batıya bağlıyor bir bakıma. Bu jeopolitik önemini Osmanlı döneminde net olarak görmek mümkün. Şehzadeler kenti olması, İstanbul'dan kısa bir süre sonra fethedilmesi vs...
      Dolayısıyla çevresindeki iller ve üzerindeki insanlar sürekli bir etkileşime maruz kalmışlar. Bu arada bildiğimiz ve bilmediğimiz nüfus hareketleri oluyor, kültürler değişiyor. Bölge insanı farklı dilleri konuşsa bile kültürel değerleri benziyor. Lazlar ve Pontus Rumları o yüzden karıştırılıyor. Ama Lazlık baskın ve tercih edilen bir durum Türkiye'de, çünkü Rumların Yunanistan'la siyasi bağı-bağlantısı olabilir gibi bir kaygı var, sanırım. Bana kalırsa anlamsız bir kaygı. Sizin de belirttiğiniz gibi bizim Rumluğumuz artık Yunanistan Rumluğu değil, harman bir kültür. Bu harmanı korumak derdine düştüm ben. Kaybolursa, sanki bir yanım yok olacak gibi geliyor.
      Bölgemizden insanların artık kendi tarihi ve köklerine yönelmesi, araştırmasına çok seviniyorum. İlginize teşekkürler Bora Bey.






      Sil
    2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
  8. Romaika diline ihtiyaç var. Romaika dili bilinmeden Doğu Karadenizin tarihi hatalı, eksik öğrenilir. Lazlar yazı yazmıyordu, en önemli tarihi belgeler Romaika dilinde yazılmıştır. Bizler tercümesini okuruz.

    YanıtlaSil