28 Mart 2013 Perşembe

Patatesli Pazı Kavurma

Malzemeler:
1. İki bağ pazı yaprak ve sapı
2. Bir kg patates
3. Tanıyıp sevenlere iki çorba kaşığı kuru zagoda
4. İki kaşık tereyağı (sızma zeytinyağı da eklenebilir)
5. Kuru ve/ya taze soğan.
6. Zevke göre baharat.
7. İki domates

Memleket tatlarını özleyince yaptığım pratik bir yemektir bu. Kahvaltıda da severiz biz. Dün bir AVM'de taptaze pazıları görünce, yeşil çayırlara salınmış dana gibi gözlerim parladı.
Pazıyı sırf haşlayıp tuzla da yiyebilirim zaten. Bizim oralar(Trabzon) envai çeşit otla çevrili olsa da tarımını yapmadığını pek yemez bizimkiler. Kim bilir belki de ineklerin, koyunların ve bilumum hayvanatın kısmetini yememek içindir. Her neyse, pazı bu mevsim en yumuşak, en nefis halini yaşar. Tarlalardan kar kalkar, pazı kardelen kadar hızlı olmasa da hemen filizleiniverir. Kökü bildiğimiz pancardır.

Yapılış:
Ben biraz cinlik edip pazıları çok aldım ki, bir de bulgurlu ve etli sarmasını yapabileyim. O yüzden önce pazıların sarılabilecek büyüklükteki yapraklarını ayırdım. Bu işlemleri hep elimle kopararak yaptım ki anakamın deyimiyle "nezzetli" olsun. Günümüzde metal değince oksitlenme oluyormuş da, yok efendim besin değeri düşüyormuş da, şeklinde bilimsel bir açıklaması da olmuştur bunun.
Önce beş santim uzunluğunda doğradığım pazı saplarını haşladım, onları çıkardım. O suda yapraklarını da haşladım. Çok kısa bir sürede pazı yaprağı pişer. Rengi döner dönmez alınmalıdır kaynar sudan ve soğuk suya tutulmalıdır. Saplar ise nasıl seviyorsanız öyle olabilir, az pişmiş, çok pişmiş...
Patatesleri kabuklarıyla haşlayın. Soyun ve küp küp ya da elma dilimi doğrayın.
Bir karnıyarık tavasına yağı atın. Sonra soğanı kavurun güzelce. Zagodayı ekleyin. Domates yoksa da olabilir. Yerine salça önermem ama annem bazen kuru sarımsak eklerdi. Belki taze sarımsakla da güzel olur ha?
Sonra patatesleri ve haşladığınız pazıları ekleyin. Biraz böyle kavrulsun.
Üzerine pul biber yanına yoğurtla yedim ben. Yediğim için fotosunu başka zamana artık.
Afiyet olsun.

Pazı yapraklarından yaptığım sarma tarifini vermiyorum. Aile sırrımızdır. Şaka şaka, onun da fotosu yok. Çünkü fazla pişirmişim.

Bambolika
28.03.2013
Engürü


1 Mart 2013 Cuma

Kendini Ararken


Etnik Kimlik İçinde Ötekileşmek

Bizim etnik bir kimliğimiz olduğunu ancak lise yıllarımda sorgular oldum ben. Niyeyse açıktan konuşulmayan bir gizemdi Pontusça. Yasaktan bile farklı bir dokunulmazlığı vardı. Evde konuşulurdu ama okula gidince, formel eğitimde hiçbir yerde esamisi okunmazdı.

Başka sorunlara, siyasi mecralara kapıldığımdan olsa gerek, bir süre sonra bu konuyu yine rafa kaldırmıştım. Zaten lisedeyken sınıfta, madem Türküz niye köy adlarımız Rumca, niye ninelerimiz Türkçe bilmiyor tarzı sorularla etnik kardeşlerimi ve büyüklerimi kış günü soğuk duşa sokmuş gibi olmuştum. Şimdi sınıfın bu soruyu patlattığımdaki halini, hazin bir sessizlik olarak tanımlarım, sorsalar.

Bizden önceki kuşak, Türkleşmek için çok çaba sarf etmişti. Sonunda yüzde yüz Türkçe konuşan bir nesle kavuşulmuştu. Ben çıkıp ne sormuştum? Bunun yanıtını beklediğimden değil, sadece mantık olarak anlamadığımdandı. Sesli düşünmüştüm sadece...

Müslümanlaşmamız araştırdığım kadarıyla Osmanlı Devleti hükümranlığı sırasında tamamlanmıştı. Ancak bu, dağların doruklarında yaşayan Pontos kalıntılarının Türkleşmesi için, Türkiye Cumhuriyetinin kurulması gerekiyordu. O da oldu. Yarım yüzyıl kadar iki dünyaları vardı Pontus Türklerinin,- bu tanımlama bana aittir, başka kullanan olursa yakarım(!)- Özel alan Pontus Kültürünü devam ettiriyor, kamuda Türk Kültürü yaşanıyordu. Gül gibi geçinip gidiyorlardı uzaktan bakıldığında.

Özel alan dediğimizi yaşatan tabii ki analardı; anadili dediğimiz de annelerimizden gelmiyor muydu? Anavatan, o da anadandı ya, devlet niyeyse baba oluyordu. Geldik mi kamusal alana yeniden? Özel alan, kamusal alan, nerede başlar, nerede bitere girecek değilim ama biliyorum ki benim anadilim aslında devletin sızamadığı yerlerde yaşamını idame ettirebilmişti. Yalçın kayaları gökleri bile rahatsız eden o coğrafyaya meydan okuyan analarımızın belleğinde...

1922'de mübadele olduğunda Hrıstiyan Pontoslar Yunanistan'a göçmüşler. Karşılığında bizim yöreye veya Türkiye'ye gelen Türk var mıydı? Nasıl gittiler? Niye gittiler? Müslüman olanlardan da giden olmuş mudur? O konularda yeterli bilgim henüz yok. Oradan buradan duyduklarım, gidenlerin vatan hasreti çektiği yönündedir. Bazıları zaman zaman bizim köylere gelmekte-dir/ymiş. Bazılarının hala akrabalık bağları sürüyormuş bir şekilde. Hrıstiyan-Müslüman ayrımına rağmen nasıl olmuş bu, tam anlamış değilim? Anlayamadığım öyle çok şey var ki! Hrıstiyan geleneklerinden benim zamanıma neredeyse hiçbir ritüel kalmamıştır. Buna annemden dinlediğim Kalandar Kutlamaları dahildir. Hrıstiyan geleneklerine duyulan korkuyu bu sitedeki yazıdan anlayabiliyorum.

İnsan yaşadıkça ufku genişliyor: Düşünüyor, var olanı sorguluyorsun. Dünyadaki düşünce akımlarıyla sen de şekil değiştiriyorsun belki. Dünyada ve ülkemizde ulusçuluk, ulus devletin o klasik, homojen kültür yaratma savaşının da etkisiyle etnik kültürler, ana dilleriyle yok olup gidiyor. Bazılarının adını bile belki literatürde göremeden yok olan diller var. El Cezire'de Anadili Gününde, 21 Şubatta yani, yayınlanan bir yazıya göre, her on beş günde bir, bir anadili yok oluyormuş artık. Neden bilmem, bu bana çok acıklı geliyor? Anadilim Pontusça yani yerel adıyla Romeyika ölümün eşiğinde olmasaydı bu kadar dokunur muydu bana bu durum? İşte onun yanıtını da bilmiyorum. İnsan-oğlunun/kızının empati yeteneğine güvenemiyorum, o insan kızı ben olsam bile.

Bir zamanlar bir kadın eğitim toplantısına katılmıştım. Biz Kürtler kadar çok ve etkin olmadığımızdan -ki çoğumuz Pontus kökenli olduğunu babasız çocuk gibi gizler- belki, benim Pontus kökenli olup bunu beyan eden, kadın vs olarak ötekileşmenin ötekisine düştüğümü söyleyince, şimdi profesör olan kadın arkadaşımızın bana yanıtı biber gibi yakmıştı, dilimi olmasa da yüreğimi. Şöyle demişti:"Siz kendiniz asimile oldunuz." O zaman Allah benim belamı versindi demek! Ben hala bu konuda konuşuyorsam asimilasyon tamamlanmamış, sayılmaz mıydı?

Nitekim ben bu Pontus olmaktan çektiğimi hiçbir şeyden çekmedim. Pontus olanlar bunu kabul etmez, olmayanlar da olaya böyle bakarken, ben neyim? Ben kimim? Sen kimsin, diye devrelerimi yakmak üzreyim?

Ben kendini başka etnik kültürden olup artık Türk duyumsayanlara da kızamıyorum. Sadece üzgünüm onlar için. Bu gidişte yapabilecekleri çok da bir şey var mı-ydı? Onlara göre bu gelinen nokta istedikleri bir şeyse, benim buna itiraz hakkım olabilir mi? Olmamalı! Ama niçin, soruyorum niçin, ben bu köklerden bir zenginlik yakalamışken, buna yönelmişken, niçin, bana sen bu baskın kültürdensin, sorgulama, devam et gitsin böyle deniyor? İsyanım bunadır. Biraz da birkaç yıl önce ölen Anakamdan(anneannem) iyice uzaklaşma korkusunadır belki. Yine, bilmiyorum!

Kaldı ki biyolojik olarak kimin ne olduğu, kimin kafatası kaç santimmiş hiç umrumda değil. Ben yaşadığım ya da yaşama olanağım olabilecekken elimden alınmış kültürüme bakarım. Sadece baskın kültür, bizim ülkemiz için Türk Kültürü mü yaşasın? Böylece nereye varacağız? Bu da bir tür "tek tipleşme/tipleştirme", değil midir?
Yeni anayasa süreci ile ilgili bir toplantıda anlı şanlı bir baro başkanının Türk-Atatürk Milliyetçiliğini bizlere öğretirken-biz bilmiyoruz ya- sarf ettiği cümleleri duyunca, pasif dinleyiciliğime son verip salonu terk etmiştim.

Düdüklü tencere içinde pişen patates kadar basınç altında hissetmiş, ne tepki vermem gerektiğini kestirememiştim. Çünkü konuşmacıyla hemfikir olan salon, karşılık vermeye kalksam fiziken olmasa da, ruhen beni linç edebilirdi. Konuşmacı zaten konuşması bölününce, gerilip tik yapmaya başlıyordu.

Onun anlattığı milliyetçilik, bana birden faşist milliyetçilikten daha aşağılayıcı görünmüştü. Atatürk'ü açıklamak derdinde değilim ama, o bugün yaşasaydı böyle demezdi diye düşünmüştüm o an. Zat-ı Muhterem  şöyle diyordu kabaca: Varolan anayasamızda yer alan milliyetçilik, herkesi kucaklıyormuş. Nasıl mı? Kürt, Türk, Arap, Çerkes, Boşnak ne olursan ol, Türk olarak seni "kabul" ediyordu. "Kabul" mü? Peki ya ben, bu sizin seçtiğiniz ulusal kimliği "kabul" etmiyorsam, kaldı ki kabul etsem bile, bu bir anda olacak bir şey değil ki! Lütfettiniz ama almayayım da diyebilirim, yani diyebilmem gerekir? Madem demokratik ilkelerden de bahsettiniz biraz önce, ki o konuda bana göre çok düzgün açıklamalarınız olmuştu.

Bir Kürt anneye hapisteki çocuğunla görüşte Türkçe konuş, sen Türksün, deyince dili anında dönebiliyorsa alayım; geçmişte gördük ki olmuyor! Acılar katmerleniyor sadece. Benim Türklüğe bir alerjim yok, Lazlığa, Çerkezliğe, Kürtlüğe,... olmadığı, asla olamayacağı gibi. Aksine, hepsinin en iyi şekilde yaşatılacak güzel kültürel değerleri mutlak vardır. Kocaman bir bahçede, bir sürü değişik türden çiçek büyütür gibi yaşatalım etnik kültürlerimizi.

Dünyada nasıl bitki ve hayvan çeşitliliği her gün azalıyorsa, sanki aynısı kültürlere, onların en belirgin unsuru olan dillere sirayet etmiş gibi, onlar da yok oluyorlar günbegün.
Şimdi uzaktan bakma zamanı değildir. Barış içinde bütün etnik kimliklere saygılı bir ülke hatta dünya yaratılabilir. Yüreğimizde bu gidişata çare olacak insanlık mevcuttur bence. Vicdanımızı iyice bir yoklayalım...

Benim bu bahçedeki çiçeğim; PONTİC GREEK
Trabzon 'un ilçelerinin çoğunun yakın zamana kadar asıl dilidir Pontusça, Pontiaka(Yunancadaki söylenişi), Pontic Greek(İngilizce), yerel adıyla Romeika veya Rumeyika, Pontus Lehçesi Vikipedi'ye göre, Trabzon Rumcası da deniyor anadilime.

Karalahana sitesinden anadilim hakkında güzel bir kaynak, okuyunuz lütfen. Sonra Pontus Dili de Türkçenin bir lehçesidir denmesin. Ya da Lazca sanılmasın. Bizim oralar, Trabzon-Rize-Artvin civarı özellikle, öyle bereketli bir kültürel zenginliğe sahiptir ki, ben bile şimdi dönüp bakınca şaşırıyorum. Laz, Gürcü, Çerkes, Hemşin Ermenileri, Pontus Rumları ve elbette Türkler; benim bildiklerim. Oncacık coğrafyada bu kadar dil ve kültür!

Ekşi Sözlük'ten de bir entry kopyaladım, saraylı mıymışız biz deyip güldürdü beni. 3. Reich'tan biri söylüyorsa, doğrudur diye düşünüyorum.

"arkaik yunanca...heredot'un , sokrates'in dili...gemilerle gelip kaldı dağların arasında... ilk gün nasıl konuşuluyorsa hala öyle...birkaç türkçe kelime aldı içine hepsi o...yengem konuşuyor bu dilin çaykara ağzını. çaykara rumcası diyip geçme, komnenos sarayının dilidir o, saray rumcasıdır...elittir, incedir...
                                                                                15.10.2012 21:03 drittes reich"

Köklerimi araştırma derdine düşünce bu konuda ilk derli toplu çalışmayı Oflu hemşerim, Ömer Asan'ın yaptığını gördüm. Piyasada ancak ikinci elden edinebildiğim araştırma kitabı PONTOS KÜLTÜRÜ'nün özetini bu linkten okuyabilirsiniz.

Son olarak, Özhan Öztürk'ün çok geniş kapsamlı bir çalışması olan PONTUS adlı kitabını meraklısına tavsiye edebilirim naçizane."Antik Çağdan Günümüze Karadeniz'in Etnik ve Siyasi Tarihi" tarafsız, belgelerle veriliyor. Sadece Türkiye kıyısındaki Karadeniz değil, Balkanlarla ilgili tarihi bilgiler bile var. Benim şu sıralar başucu kitabımdır, diyebilirim.

Bambolika
Ankara- 26.02.2013

Not: Biamag'taki haliyle