28 Aralık 2012 Cuma

Kırtharoşurv' à la Anakam


                                               

                                                 ZAGODANIN KURUTULMUŞ HALİ   


ÇORBALARIN KARDEŞLİĞİ

Pontus Rumları'nın Kırtharoşurv' Çorbası

Bu çorbayı yıllardır yemedim. Evde zagoda var. Arpayı ve barbunyayı denkleştirdim mi, tamamdır. Elbette anakamın kendi yetiştirdiği barbunyalarının kestaneyi anımsatan tadı olmayınca eksik kalacak ama yine de denemekte yarar var.
Anakara - BİA Haber Merkezi
29 Aralık 2012, Cumartesi
Anakamın (Anneannem) yaptığı yemekler arasında en çok sevdiğimdi kırtharoşurv'. Of Kadahor (Çaykara) yöresinin pratik yemeklerine göre biraz daha zahmetlidir. Zaman alır ki, bizimkiler için zaman yemek pişirmeye ayırmak için harcanası bir şey değildir. Zaman, yağmurun izin verdiği ölçüde çalışmaktır çünkü.
Çorbanın adı iki sözcükten oluşuyor. Kırthar arpa, şurva ise çorba anlamına geliyor. Sözcükler birleşince sanırım en az çaba yasası Pontus Rumlarının konuştuğu Romeyikada da devreye girerek -a düşer, böylelikle sözcüğün sonunu -şurv' diye telaffuz ediyor bizimkiler. Hatta sondaki -v de belli belirsizdir. Bir de ortada bir -o- var, o da sanırım tamlama yapmaya yarıyor. Dil uzmanı değilim. Diğer Rumca tamlamalardan yola çıktım.
Temelde bizdeki arpa çorbasını farklı kılan, son aşamada zagoda denilen kurutulmuş bir yayla otunun kızdırılmış tereyağında kavrulup çorbanın üzerine dökülmesidir. Bu otun veya baharatın diyelim, kokusunu bizim yörenin insanı çok sever ama bilmeyenler için taze soğan saplarının kurutulduğunu düşünün, biraz onu andırır. Taze hali bana incecik, yeterince gelişememiş yeşil soğanı çağrıştırırdı. Zaten araştırdığımda bazı hemşerilerim "soğan otu" diye çevirmişler Türkçeye. Bizim yemeklerimizdeki yeri Türk mutfağındaki soğan kadar önemli ve benzer olduğuna göre haksız da sayılmazlar. Hem taze hem de kurutularak tüketilir. Sıcağı sevmez. Sadece 1.000 metreyi aşmış yaylalarda yetişir. Kokusunu ve tadını orada bulur. Avrupa'da şekil olarak benzerini gördüm ama kokusu hiç benzemiyordu.

Anakamın arpa çorbası

Ben memlekette yaşarken yemek işleri ile hiç ilgilenmezdim. Bu çorbanın yapılışını teyzemlerin evinde kendisine göz kulak olmam için dibini tutturduğumdan biliyorum. Deneyim gerçekten başarısızlıklarımızdan çıkıyor sanırım.
Kışın daha çok yapılan bu çorbayı teyzem baharda yapmaya karar vermiş. Kendisi kuzenlerimi alıp çay toplamaya gitmişti. Ben sınav hazırlığında olduğum ve ders çalışmam gerektiğinden evde kalmıştım. Bunu fırsat bilen teyzem döndüklerinde neredeyse hazır olacağını umarak misafire çorbayı emanet etme gafletinde bulunmuştu. Arpa ve barbunya (istambolika) haşlanıp kara suları döküldükten sonra (zaten bu kısmını teyzem akşamdan yapmıştı), kıvamı oluşana kadar karıştırılarak pişirilecekti. Bu arada kuzine peşkoda pişebilmesi için arada bir odun takviyesi gerekiyordu.
Ben odun atmıştım sobaya ama yeterince karıştırmamıştım sanırım. Teyzem daha eve yaklaşmadan durumu anlamıştı. Gitti kırtharoşurv' diye vahlanmıştı. Ama becerikli anakamın becerikli kızı teyzem dibini sıyırmadan çorbanın esas elemanlarını alıp hemen başka kaba aktarmış ve içine kaynatılmış su ekleyerek, bulamaç haline çevirdiğim kıvamını açmıştı. Sonra kaynatmaya devam ederken içine iki küçük parça iç yağı atmıştı. Onları biraz kokusu ve tadı yemeğe geçtikten sonra çıkarmıştı. Teyzemin tek gözü kör kedisi bunu beklermiş gibi, hop diye dışarı atılan iç yağını yutmuştu. Bizim oralarda hiçbir şey israf edilmezdi. Nitekim dibi tutmuş tencerede su bekletilip suyu ineğe verildi. Böylece biraz fazladan işle hatam telafi olmuştu.
Son aşamada bol tereyağı zagoda ile kızdırıldıktan sonra çorbaya eklenmişti. Ev ekmeği ve taze soğanla bir sürü yemiştim. Yanında turşu da gider. Teyzem içine bolca kendi yetiştirdiği acı biberden de eklemişti.
Bu çorbayı yıllardır yemedim. Evde zagoda var. Arpayı ve barbunyayı denkleştirdim mi, tamamdır. Elbette anakamın kendi yetiştirdiği barbunyalarının kestaneyi anımsatan tadı, Fengula'nın (bir ineğinin adı buydu, ay gibi güzel anlamında) tereyağının kokusu olmayınca eksik kalacak ama yine de denemekte yarar var.
Google'da yaptığım bir araştırmada, diyet için de kullanılan bir çorba olduğunu gördüm. Uzun süre tok tuttuğundan ve yüksek vitamin değerleri olmasındandır sanırım. Su yerine son aşamada süt veya ayran ekleyenler de var. Bu çorbanın seçmemin bir nedeni de kaybolan bir damak tadı ve besini anımsatmaktır.
Siz dibini tutturmadan deneyin. Afiyet olsun...
* Pontus Rumcası diğer adıyla Romeyikadan bir sözcüktür. "th" kısmını İngilizce seslere göre yazdım. Özünde iki ölçü arpa yarması(bazı yörelerde göce olarak bilinir), bir ölçü haşlanmış barbunya ile pişirilen bir çorba çeşididir.

http://www.bianet.org/biamag/kultur/143175-pontus-rumlari-nin-kirtharosurv-corbasi

9 Aralık 2012 Pazar

Bambolika'nın Pırasalı Böreği


Pırasalı- Patatesli Börek

Elde açılmış yufka tadını yakalayamadığımdan börek yapmaz olmuştum. Börek istediğimizde yufka alıp içine bir şeyler atıp teflon tavada pişiriyorduk epeydir: Gözleme bir bakıma.
Ankara'ya gelince buranın hamur işlerinde daha başarılı olduğunu anımsadım. Yediğim en güzel mantıları burda tatmıştım. Karaşarlıların içi katıklı dedikleri yumurta ağırlıklı böreği de çok severdim.
Her neyse, göçmen kayınvalidem pırasalı içle çok güzel açma börekler yapardı. Bende o kadar yetenek ve sabır yok. İkidir yufka aldığım pastaneden gelen ürünler çok güzel olduğundan ve böreğe uygun bir klasik fırın aldığımızdan pırasalı börek yapıyorum. Çok da güzel oluyor.



Dedim ki hemen bunu paylaş, arkadaş taifesi de yararlansın. Kış sebzelerini yemeyen çocuklarıdır, eşleridir yemiş olsun.
Öncelikle malzemeleri özenle tedarik ediniz.
1. 1 kilogram yufka 5 veya 6 yaprağa denk gelir
2. 1/2 kilogram pırasa
3. 3 orta boy patates
4. 3 yumurta
5. 1 su bardağı süt
6. 1 çay bardağı sıvı yağ
7.  1/2 çay kaşığı karbonat
8. 1 tutam maydanoz
9. tuz, pul biber, salça(zevke göre miktarını ayarlayınız)
Öncelikle böreğin iç harcını hazırlıyoruz. Teflon bir kaba biraz yağ ekliyoruz. Rendelediğimiz patatesleri ilk önce ekliyoruz. Biraz kavurduktan sonra, küçük doğranmış pırasalarımızı da kaba boşaltıyoruz. Kıyılmış maydanoz, biraz salça, baharat ve tuzumuzu da kendimize göre ekleyip en sonda üzerine bir yumurta kırıp daha fazla pişirmeden karıştırıp kenara alıyoruz. Hamuru yapıştırmaması açısından harcın soğuduktan sonra kullanılmasına özen göstermeliyiz.
Bu karışım pişerken, ben iki üç işi bir arada yapıp kendimi zora sokmayı sevdiğimden yufkaların üzerine süreceğim karışımı hazırlamıştım bile. Bir bardak süt, iki yumurta ve sıvı yağımı iyice çırptım. Az ılık su ekledim ki hem karışım incelsin hem de ılışsın. Karbonatı da ekleyip güzelce çırptım ve bu da kenardaki yerini aldı.
Tepsiye bu sefer yağlı kağıt koymadım. Biraz yağladım. Yufkaları ortasından koparıp her yufkadan iki yarım daire elde ettim. Bu yarım daireleri hazırladığım karışımla iyice yağladım. Yarıçap kısmına ise harcımı parmak kalınlığında döşedim. Sonra rulo yapıp tepsiye  fotoda görüldüğü gibi yerleştirdim.
Üzerine kalan karışımı sürdüm ve evde çörek otu olduğundan ondan serptim. Susam da güzel giderdi tahminimce. Hiçbiri olmadan da olur. Endişe etmeyiniz. Böylece yazın buzdolabında kışın yine serin bir yerde birkaç saat bekletiniz börek adayını. Daha pofuduk oluyor. Sanırım harçlar, karışımlar hamurla tepkimeye girip tadını buluyor.
Önceden ısıtılmış 170 derecelik fırında, yarım saat veya taş çatlasın kırk dakikada böreğiniz hazırdır. Ilık, soğuk her türlü yenebilir efendim.
Afiyet şeker olsun. Şişmanlatan kalori değil de, üretiminizi artıran kalori yapması dileğimle. Bu işleri yapana yani aşçıya emeği çok olacağından kaloriler dokunmadan geçecektir. Hiç emek sarf etmeden böreği götürenler size diyorum huuu! Sizin durum vahim. Demedi demeyin. Kalori bombası bu!
(Bambolika'nın Spesiyal Müseccel Markasıdır, Her Hakkı Saklıdır ama o kadar saklı ki ben bile bulamıyorum, yemişler yahu bütün böreği. Neyse, iyi ki fotosunu çekmişim.)

09.12. 2012
Hanife Türkseven


2 Aralık 2012 Pazar

Üniformalasak da mı Saklasak?










Acaba Üniformayı mı, Yoksa Alışkanlıkları mı Savunuyorlar?

Sosyal medyada her türlü değişikliğin yansımasını anında gözleyebilirsiniz. Şimdi okullardaki yeni kılık kıyafet yönetmeliğine karşı olanların, taraf olanların gönderileri var bol bol. Üzücü olan şudur ki, karanlıkta gösterilen fil hikayesi gibi herkes işin bir tarafına dokunuyor ve yorum yapıyor, bütünü görmek istemiyor. Ya da aslında bütünü görüyor da ezeli muhalifliği onu, bunu dillendirmekten alıkoyuyor.

Ben de diyorum ki üniforma(üni: tek, bir- forma: giysi, şekil anlamındadır) adından da anlaşılacağı üzre tektipleştirmenin şekilci yanlarından biridir. Üniforma olmasa da öğrencileri uygun adım asker gibi yürütecekseniz, bence bu bir demokratikleşme atılımı sayılamaz. Bana göre tektipleşmeden kurtulmak, beraberinde eğitim sistemindeki militarist yapılanmayı da eritmekten geçer. Ancak eğitimde serbest kıyafet önemli bir adımdır. Bu haliyle belki yarım adımdır... Yine epey kural var hala; kızlara kısa kollu gömlek yasağı olması gibi. İzmir'i düşündüm de, 40 derecede uzun kollu ile dolaşmak! Ufunet bastı.

Hoş ben de birçokları gibi şu dönemde yapılanların demokratikleşme ve özgürleşme adına mı, kendi kitlesinin taleplerine nihayet cevap verme adına mı yapıldığından kuşkuluyum. Yok, aslında kuşkulu değilim. Elbette bir siyasi parti iktidar elindeyken özellikle kendi kitlesi için yasal düzenlemeler yapmak ister. Hakkı ve ödevidir bu, bir bakıma.

Bu durumu vaktiyle Milli Eğitim ders kitapları yazımında da gözledim ben. Sene 1998. Üçlü Koalisyon zamanı(DSP-ANAP-MHP). Eşim ve sol kökenli eğitimci arkadaşları kitap yazma komisyonuna çağrıldılar. Büyük bir coşkuyla edebiyat komisyonu olarak kitaplarını hazırlamaya giriştiler. Eşim ve birkaç arkadaşının en büyük amacı Nazım Hikmet'i ders kitaplarına almaktı. Ama olmadı, Talim Terbiye kitaplarına geçit vermedi.

Bilin bakalım Nazım'ı ders kitaplarına almayı kim başardı? AKP. Yanı sıra elbette Necip Fazıl Kısakürek( gerçi o daha önceden girmişti ama artırıldı yeri sanırım) ve adı sanı hiç duyulmamış edebi olduğu iddia edilen şahsiyetler de girdi edebiyat ders kitaplarına.

Şimdi bu kılık kıyafet işi de bence buna benzedi ama ben her şeye rağmen Nazım'lı bir ders kitabını tercih ederim, üniformalı çocuklar görmektense rengârenk çocuklar görmeyi tercih edeceğim gibi.

Statükoculuğun Türkiye'de adresi yok gibi. Herkeste çıkıyor. Bazen sağda bazen solda hortluyor. Alışkanlıklar konfor sağladığından, yenilikçi olduğunu iddia edenler bile statikocu davranabiliyorlar. Nihayetinde herkes kendine göre; rahatına, alışkanlıklarına göre tavır sergiliyor. Hak ve özgürlükler bakımından düşünmüyor.

Üniformayı destekleyenlerden gelen, bana göre ilginç savlar:
1. Çocuklar, gençler üniformaları olmayınca öğrenci oldukları anlaşılamayacağından, sahipsiz gibi olacaklarmış sokaklarda.
Buna vah vah dedim ve güldüm. Okul üniformaları ne yazık ki çevik kuvvet giysisi değildir. Çocuklar her halükarda sokaklarda yüzde yüz güvenli olamazlar. Ne yazık ki! Bana kalırsa bütün çocuklar okutulsun, böylece çocukların hepsi öğrenci olarak algılanacaktır.

2. Bazı ailelerin kaygısı ise öğrencilerin okulda maddi durumu iyi olan arkadaşlarında markalı kıyafetleri görüp özeneceği, isteyeceği. Elde edemeyince de ayrım olacağı. Yani ekonomik eşitsizliğin belirginleşeceği.
Hem serbest kıyafetle eğitim hayatı olmuş(İsviçre'de), hem de üniformalı ben, diyebilirim ki, hiç fark etmez. Orda birinin tişörtüne, burda da ayakkabısına heves ettiğim çok olmuştur. İlkokulda onun gibi boya kalemlerinden istediğim ve alınamadığı için günlerce ağladığım kızın adı bile aklımda. Bunun sonu yok ki? Maddi durumu iyi olan bir şekilde belli oluyor. Bazen maddi durumla ilgisi olmayan şeylere de özenirdik. Örneğin dantel yakalıklı ben, naylon yakalığa özenirdim. Çocukluk böyle bir şey. Ama genel olarak yakalığın boğazımı sıktığını anımsarım.

3. Çocuğumuza her gün yeni bir kıyafet giydirecek kadar zengin bir halk olmadığımız.
Her gün yeni bir kıyafet giydirmek gerekmiyor. Avrupalılar bile o kadar zengin değil. Temiz olması yeter. Bir hafta giyilince oluşan kirli kumaş kokulu önlüklerden, formalardan nefret ederdim. Günümüzde uygun fiyatlara giysi alınabiliyor. Dünyada ve ülkemizde resmen tekstil patlaması var. Bunu bile alamayanların zaten üniforma alacak gücü de yoktur. O zaman üniforma değil, sosyal devletim devreye girsin, lütfen!

4. Türbanı yasal hale getirmek için bu yönetmelik değiştirildi. Herkesi kapatacaklar. Şeriat istiyorlar.
İşte bu iddiaya net bir şey diyemem. Sonuçta seçmenlerine verilmiş sözler vardı. Herkesi kapatmak da isteyebilirler. Mahalle baskısının yoğun olduğu küçük yerlerde başörtüsü her derste, bahçede, laboratuvarda örtülecek belki. Benim geldiğim kasabada başlamışlar mıdır hemen, diye aklımda bir soru belirdi? Şimdi İmam Hatip Liselerinde başörtüsü örtünme-örtünmeme kuralları ne derece işliyor? Okullarda başörtüsü serbestisi dindar çevrelerdeki kızların okumasına bir yol olabilir mi gerçekten? Derin sosyolojik sorular? Yanıtları da net değil. En azından benim beynimde.

Üniformayı savunmakla eğitimin kalitesinde bir artış, demokratikleşme, sosyal ve ekonomik adaletin sağlanmasında bir gelişme sağlanır mı? Bence hayır.  Yeni düzenlemenin hakkaniyetle uygulanmasına katkı koymak, tıkanıklık ve art niyet görüldüğünde tepki vermekle çözülebilecek şeyler var ama kanımca. Yani dolaylı olarak dinsel bir eğitim vermeye kalkışılırsa, zorla kızımızın başı örtülürse örneğin tepki vermeli ki bu "gerçek laik" olması gereken Türkiye'ye yol açabilir. Bu gibi durumlarda ne yapılabileceğini, ne yapmamız gerektiğini titizlikle düşünüp hareket etmeliyiz. Toptancı mantığından vazgeçmeliyiz. Her yeniliğe hemen hayır demek, bir tür kolaycılık bana kalırsa.

Alışkanlıklar konforludur. Düşünmeden yaparız. Daha az yoruluruz. Bu tuzağa düşmemeliyiz.  Yenilikler ise heyecan verici olduğu kadar tehlikelidir de.

Bana kalırsa günümüzde türbanlı kadınların bazılarının örtünüşü de üniformaya benziyor. Kendi dini aidiyetinin giyim kuşam tarzı oluyor ve bunu bilenler onu tanıyor. Ama bu onlara devlet tarafından dayatılmıyorsa beni ilgilendirmiyor açıkçası.

Üç kuşaktır okul üniformaları evlerinden eksik olmayan bir neslin çocuğuyum. O yüzden müstakbel torunumun üniforma giymesini istemem şahsen. Değişikliklere evet ama bu değişiklik insan hakları ve demokrasiyi esas almayacaksa, özgürlüklerim başka bir şekilde kırpılacaksa, buna da olmaz diyeceğim.

Hanife Türkseven